29 Aralık 2013 Pazar

Yıkılmaz...


Tırnaklarımı yedim radyo başında, televizyonun karşısında göğsümü yumrukladım.
Kimi zaman pencereyi açıp avaz avaz bağırdım sokağa.
Nice kentin sokaklarında sesim var benim.
Nice stada iz bırakmışım bunca sene...
Büyük mutluluklarım oldu, Abidin resmedemez.
Öyle acılar çektim ki; Nazım tarif edemez.
Tam işte bu kez oldu, derken, kaybettim son dakikada.
Herkes bitti zannederken küllerimden doğdum.
Bir üst geçitte bıçakladılar beni...
Sokak ortasında sopalarla dövdüler acımadan.
19 yaşındaydım daha... 19...
Kocaman umutlarım vardı...
Dünyalar kadar büyük düşlerim...
Çaldılar benden...
Ben Fenerbahçeliyim arkadaşım...
Benim umudum bitmez
Ben Fenerbahçeliyim arkadaşım...
Benim sesim kısılmaz...
Ben Fenerbahçeliyim arkadaşım...
İsyan benim karakterim...
Ben Fenerbahçeliyim arkadaşım...
Herkes gider ben kalırım...
Selçuk Yulayım ben...
Bedenim gitse bu dünyadan,
Ruhum sonsuza kadar Bordo deparı atar...
Serkan Acarım ben...
Kaşım gözüm çamura bulansın da,
Armaya leke gelmesin aman...
Mümtaz Amcayım ben...
Bu can bu bedende durdukça sevdamın peşindeyim...
Ben gidersem aranızdan İhsan size emanetim...
Fatma ablayım ben...
Son nefesime kadar Fenerbahçe...
Minik Efeyim... Necati Amca... Lefter...
Bak beyim... Sana iki çift lafım var...
Koskoca adamsın... Ülke senin...
Ama sakın Fenerbahçeme dokunma...
Bil ki ne küme düşmekten korkarız, ne sizin bir gram merhametinize muhtacız...
caneriyle topalıyla emenikesiyle sowuyla... dimdik ayaktayız...
Ve her gün daha güçlü bir sesle haykırıyoruz...
baskıyla zulümle yılmayız...
bundan sonra çubuklu durmaz...
Ali ismail korkmaz...
Fenerbahçe tribünü susmaz...






11 Temmuz 2013 Perşembe

acının resmi...



29 yıllık arkadaşımın babasını uğurladık geçen hafta.
Ne zor iştir taziye, iki cümle çıkmaz ağzından.
Ne zor iştir acının üzerine laf söylemek.
Zorla şu sözler dökülür ağzından.
"Allah sıralı ölüm versin"
Her ölüm erken, her ölüm zamansız. Her giden bir boşluk.
Ama sıralısını versin işte.
Babası ölenler de kör olur elbette, anası giden kaç yaşında olursa olsun yetim..
Anam da hep öyle der. Allah sıralı ölüm versin.
11 yaşında çıktım ben evden. Önce yatılı, sonra gurbetçi.
Sadece tatillerde görürüm anamı.. Öyle dalar gider yüzüme.. Uzuun uzun..
11 yaşındaki gibi. Gurbete yolladığı ilk gün gibi.
Ana işte.. Gezi parkına gelmişleri ya hani akın akın.
Nasıl da güvende hissetmişti herkes kendini. Öyle.
Ya babam. Ana gibi göstermez de o sevgisini de, hasretini de.
Özlerse içine ağlar. Fotoğrafınla konuşur sonra, dertleşir.
Televizyonun üstünde, yatak odasında aynada, buzdolabında.. Her yerde.
Öyle bir fotoğraf düştü işte bugün yüreğime...
Titreyen elleriyle bir fotoğrafı seven, dünyanın acısı omzuna çökmüş bir adam.
Tatilden dönmeyecek bir çocuğun fotoğrafı.
Yeri dolmayacak bir evladın.
Bir baba ağlıyorsa eğer, bilin ki, acının tarifi yoktur.
Bir baba ağlıyorsa eğer, bilin ki, gözündeki yaştan çok, içine kan akıyordur.
Bir baba ağlıyorsa eğer, bilin ki, Allah ölümün sıralısını vermemiştir.
O koca yüreği anca evlat acısı yıkar çünkü.
Yıllarca evladına siper ettiği o eller, sadece onun acısında titrer.
Fotoğrafına dokunmaya bile kıyamaz.
Öyle usul.. Öyle kibar sever...
Bir baba ağlıyorsa eğer, bilin ki, Ali İsmail artık geri gelmez.
Biz konuşmaya yazmaya devam ederiz.
Anayasanın 34. maddesini, kim halk, kim millet kavgasını.
Ama siz de Kabataşta..... diye başlayan cümleler kurarız.
Ara sokaklardan dayak fotoğrafıyla yanıtlar bir diğerimiz...
Mobese görüntülerinden katilleri ararız...
30 gündür nasıl uyuduğunu anlamadığımız, yüreği çürümüş sopalı katilleri?
Siyasi konuşmalar dinleriz.
Ahkam keseriz birbirimize...
Haklı çıkmayaçalışırız tartışmalarda...
O sırada 30 gün hastane önünde hiç çıkarmadığı kırmızı monta sarılıp ağlar bir anne...
Ve elleri televizyonun üstündeki fotoğrafa uzanır...
Kulağında televizyondan gelen belli belirsiz ses......
"Son olaylardan sonra hızla yükselen dolar....."
Bir başka fotoğraf düşer sonra aklımıza...
Çayan'ın fotoğrafı... ablasının annesinin elleri...
çünkü artık onlardan geriye kalan bu fotoğraflardır..
karşılaşsak ne anlatırız ismailin babasına?
işte bunlar heeep lobi diyebilir miyiz?
"siz fotoğrafına dokunamadınız ama sopalı eller onu sizden aldı" mı deriz?
acının resmini yaptık biz hep berabed abidin.
ustaya da söyle baksın bize...
bir ağaç hür olsun diye çıktık sokağa, bir orman gibi kardeşçe..
fidanlarımıza kıydılar...
Ben Alpaslan Akkuş.. 39 yaşındayım... ve suçluyum...
ömrümde hiç bir siyasi partiyi tutmadım...
iktidarda kim olduğu umrumda değil.. yasa bilmem.. vicdan bilirim...
ve o fotoğraftan ben de sorumluyum... daha fazla sözüm yok...
çünkü bir baba ağlıyorsa eğer, bilin ki geriye sadece fotoğraf kalmştır.
bir baba ağlıyorsa eğer, bilin ki, o ülke sözün bittiği yerdedir...

26 Haziran 2013 Çarşamba

çubuklu...


Radyo başında kadıköyden gol haberi bekleyerek büyüyen nesildenim...
Kente Fenerbahçe gelecek diye yola dökülenlerden...
Rıdvanı Aykutu görebilmek için otel önünde sabahlayanlardan...
Stat önünde sabahlayanlara imrenerek...
Kapalıyı bizimkiler kapmış diye uzaktan böbürlenenlerden...
Şeref tribününe hiç bakmadım bir ömür...
Gözüm hep çıkış tünelinde...
Top toplayıcı çocuk el etsin...
Yıkılsın Ankaranın kale arkası... Konfeti yağsın Oğuzun saçlarına...
Hele Schumacher bi el sallasın... Babam... koca adam... ağlasın...
Gebze'den trene binip, Bostancı'da kalbini zaptedemeyenlerdenim...
Kızıltoprak ara sokağında yürürken adımları istemsizce hızlananlardan...
Hey hat! O ten yok artık...
Bir daha olacak mı bilmem?
Zor günler...
Akşam özetlerinde yenildiğimizi öğrendiğimiz günlerden zor...
Samsun'dan 4 yemek gibi değil... Daha ilk maç Kadıköy'de Aydın bozgunundan beter...
Tarifsiz...
Uzun uzun kafanızı şişirmeyeyim...
Pazar sabahı kabusa uyananlardanım...
caddeye silivriye çağlayana koşanlardanım...
12 Mayısta gaz yiyenlerdenim nefessiz...
Alex için havaalanında gözyaşı dökenlerdenim...
Aykut hocanın gidişiyle ciğeri sönenlerden...
Herkes bi taraf seçerken, iki evladına birden ağlayanlardanım...
Bir oğlu kışlada diğeri dağda kalan analar gibi...
Çaresiz...
Kızgınım bugün...
Herkese hak verebilenlerdenim yine de...
Vallahi komplo be abi cümleleri geçiyor aklımdan...
3 temmuzdan bugüne.. her günüyle her aşamasıyla...
Ama biz ne yaptık kardeşim diye soranlardanım...
Adam isviçreye büro kurarken senin davanı takip için,
sen niye oturup taraftarla uğraştın diyenlerdenim...
Tribünden önce hesaplaşacak kimse yok muydu sorusu kafamda...
Mehmet Ağar niye Lefter'den bir adım önde diye tırnağını yiyenlerden...
Tribüne kızanlardanım...
Bir başkan gitsin diye bunca zaman formaya sırt çevrilir mi, diye...
Araftayım yani... hiç çıkamadığım yerde...
2 yıldır yönetimin herşeyi anlatmasını bekleyenlerdenim...
11 temmuzda çekin şu takımı ligden diyenlerden...
Şimdi ne desem boş... Kim ne dese boş...
Komploysa karşısında dikileceksin...
Çağlayanda tomanın karşısına dikilenler gibi...
Yok değilse... veda edeceksin...
Bir kuruşun hesabını yapmadan sessizce giden kocaman adam gibi...
Oyunsa bozacaksın... oyunda yandıysan çıkacaksın...
Tek tek sıralayacaksın kim ne yaptıysa, sen ne yaptıysan...
Bana değil usta yanlış anlama... ben kimim... hiç
Leftere anlatacaksın... basriye... Ayetullah beye...
İki yıl değil 10 yıl avrupaya gitmesen...
hiç kupa almasan, küme düşsen gam değil...
Ama çubuklu emanete gölge düştüyse... güneşin önünü açacaksın...
Ben mi?
Radyo başında büyüyenlerdenim...
Hep gol haberi almadım ki kadıköyden...
Varsın başkası atsın...
Kapatırım radyoyu... yakarım cigaramı... ufka bakarım...
Belki sabaha kadar uyuyamam...
Ama o formayı üstümden çıkarmam...
triko çubuklu formamı...
severim....
gezi için taksime gittiğimde de öyle yaptım biliyor musun?
gazı suyu yedim... öylece durdum...
silahım yok çünkü sevdamdan başka...
severim ben...
iyi günde kötü günde... bıkmadan usanmadan...
ne yönetim bilirim, ne tribünde bir grup...
çubukluyu tanırım... onu severim...
aykut gittiyse kocaman sevdası yadigardır...
Ben giderim.. sen gidersin.. o gider... Herkes gider...
Fenerbahçe sevdası baki kalır...  






13 Haziran 2013 Perşembe

39 yıl ve 5 ağaç...


Herkes biliyo abi işte; Picasso 10 dadikalık resmin ücretini çok bulan arkadaşa;
30 yıl ve 10 dakika demiş...
Böyledir insan hayatı, yaşanmışlıkların tamamıdır, birikimidir.
Bir cümle değildir ilişkileri bitiren,
Bilmem kaç mesele ve bir cümledir...
Birden parlayan isyan değildir devrim,
Kimbilir kaç yitik can, kimbilir kaç yıllık mücadeledir...
Benim için 39 yıl ve 5 ağaçtır gezi parkı,
İki haftadır orada yatan çocuk için 18 yıl ve 5 ağaç...
İki haftadır sokaklarda Türkiye.
Gaz bombaları, gözaltılar, yiten canlar, yaralılar...
Her kafadan bi ses çıktı.. Muhtemelen yüzlerce toplantı oldu hem parkta hem hükümet binalarında...
Oysa bütün o sokağa çıkanların mesajı tek cümleydi: Bizi dinleyin arkadaşım, lütfen bize kulak verin.
Bir ruh oluşturdular gezi parkında... Sağcısı, solcusu, ateisti, kürdü, ev hanımı, haylazı, enteli.
En nihayetinde bir adım attı hükümet. Referandum yapalım, dedi.
Halka soralım madem.
İlk bakışta gayet demokratik. Madem sokağa dökülen halk, öyleyse son sözü halk söylesin.
Oysa sadece Gezi parkı için koşmamıştı ki evinden onca insan.
Bilmem kaç yıl ve 5 ağaçtı işte.
Fırtına vadisine nefesi yetmeyenler vardı sokakta.
Hes'lere direnen şalvarlı teyzeye sadece ekran karşısında gözyaşı dökebilenler.
Bilmem kaç yıldır her sabah her akşam uğradığı Beşiktaş iskelesi ellerinin arasından kayarken,
sadece ama nasıl ya,, yok olmaz diyebilenler.
Şimdi yine sandık gelecek önlerine.
Acaba neler konuşulacak referanduma giden yolda.
Bunlaaarr camiye ayakkabıyla girip içki içtileer, denecek mi meydanlarda?
Bunlaaar polise saldırdılar, türbana saldırdılar, sesleri dolduracak mı alanları?
İktidarın her türlü imkanı kullanılacak mı ikna sürecinde?
Gezi Parkını savunanlar ne yapabilecek?
Herhangi bir siyasi parti temsil etmiyor ki onları?
Nasıl duyuracaklar seslerini?
Kimi alacaklar karşılarına?
Topçu kışlası yapılsın diyen de olacak elbet eğer mesele halksa.
Ama Gezinin çocukları halkın karşısında değil ki, yanında, içiçe.
Kimseyi yenmeye çalışmadılar ki bunca gün!
Tek cümleleri vardı, "Ağaçlara kıymayın efendiler"
Kıymayın sahiden... Vadilere de kıymayın, Karadeniz'e kıymayın...
Hani dedik ya; bilmem kaç yıl ve 5 ağaç diye...
Elbette iktidarın da tabanı var, hem de sağlam bi taban.
Sırf iktidar gücünü yitirmesin, diye evet diyecek olan var çokça.
Gezi parkını ergenekona, balyoza benzeten adamları okuyacaklar günlerce.
Kimi sadece, bunlar solcu be, diyip park yıkılsın isteyecek belki.
Ama halk işte be kardeşim.
Karşı çıksan gezi parkının ruhunu reddedersin.
Referanduma gidilirse elbet saygı duyacaksın kararına.
Ama mesele zaten sayın az bile olsa, sesine saygı duyulması değil miydi?
Misal iktidarın oyu yüzde 80 olsa, yüzde yirmiyi kimse dinlemeyecek miydi?
Neden camide içmeyiz biz diyebilmek için, dindarlığımızı kanıtlamak zorundayız?
niye ağaç kesmeyin demek için gezi parkının yerini bilmeliyiz?
Neden türbana da saygımız olduğunu antikapitalist müslümanların varlığıyla kanıtlayabiliyoruz?
Neden her itirazımızda arkamızda amerika israil aranıyor?
Bir kere de sayımız az olduğu halde dinlensek olmaz mı?
Bir kez olsun ağaçlar kazansa ne olur?
Ak Parti tabanı illla kışla izteriz diyor mudur sahiden?
Gelin kıymayalım bu parka efendiler...
Gelin bir ruh kazanalım uğruna canlar verdiğimiz bu günlerden.
Gelin öğrencinin eteğini çekiştiren müdüre de, türbanlıyı taciz eden tahammülsüze de birlikte kızalım.
Gelin yüzde elliyi referandumla ayıracağımıza, birleştirmesek bile birbirlerini dinlemelerini sağlayalım..
Gelin düne kadar gölgesinde barındığımız ağaç bize meyveler versin.
Yok siyasi hesaplar, köşke giden yollarsa derdiniz,
hiç bizi alet etmeyin.
Ağaçları kesmeyin efendiler... Geziye gelin... sizi orada fidanlar ağırlasın....

11 Haziran 2013 Salı

benim gezim...

Tek kanal günlerinin en güzel akşamıydı Cumartesi.
Kışın somyada battaniye kuruyemiş. Yazın dondurma.
İlla ki Türk filmi...
En çok Hababamı severdim. Belki de o yüzden yatılı okudum...
Zeki Metin'e çok gülerdim.
Şampiyon'da çok ağladım mesela.
Babam ışığı kapatırdı gözyaşları görünmesin diye.
Sivrisinek girmesin, diyip kandırırdı bizi.
Neşeli Günler, Aile Şerefi, Bizim Aile.
Karıncayı incitmeyen, ben Yaşar usta, çeker vururum seni, ve dönüp arkama bile bakmam.
Eyvallah...
Her sabah, sakın kavga etme haaa, uyarılarıyla çıkardım evden.
Akşam haberlerinde kavga dövüş.
Polisleri tutardık biz. Babam ahlak zabıtasıydı çünkü.
Anarşistlere çok kızardı annem. İşi gücü yok mu, bunların derdi.
Ne dertleri var evine ekmek götürenlerle?
Yatılı okula gittim. Çok dövdüler beni.
Hiç tanımadığım abiler.
Biraz büyüyünce ben de dövecek oldum.
Aklıma hep Yaşar Usta geldi. Karıncayı incitmeyen Yaşar Usta.
İlk eyleme gittiğimde Uğur Mumcu için yürüyorduk.
İyi bi yazarmış öyle dediler... Tanımıyordum.
Anarşistler herhalde dedim. Annem kızmakta haklıymış.
Üniversiteyi kazanamadım ilk sene. Ankadayken bi akşam belgesel izledik annemle.
Daha 18ine basmadan hapse atılan Manisalı çocuklar.
Cezaevi aracının tel camına eli uzandı bir annenin.
Durun, dedi, götürmeyin, dedi. O daha çok küçük diyebildi en son. O daha çok küçük.
Annem ağladı...
Babam emekli oldu sonra.
Bi yere güvenlik işine girdi. Maaşlarını ödemedi patron. Otelin önüne çıktılar. Polis geldi.
Annem ağladı...
Üniversitede çok eyleme gittim ben.
hepsinde çok korkuyordum. Yalan yok.
Annesi olaylara karışma diyen küçük çocuk.
Darbe günlerinin kayıp kuşağı.
Aman haa komşular duyarsa. Anarşik mi oldu sizin oğlan?
Gençlik işte... Duramadık...
Yök eyleminde sağlam sopa yedim.
Türbana özgürlük dedik bizim Nuraydınla.
Solcuyduk oysa. Olsun. Özgürlük olsun.
Kameraların görmeyeceği yerde bağırdım hep.
Annem görmesin, ağlamasın diye.
Polisten korkmadım annemi üzmekten korktuğum kadar.
Sonrası iş güç habercilik.
Darbe döneminin korkak çocuğu.
Sonra bi şey oldu...
Çocukluğunda korkutulmayanlar indi sokağa...
Manisalı çocuklarla yaşıt... Daha çok küçük...
Ve onlardan cesaret alan abileri... Kayıp kuşak...
Karıncayı incitmeyen Yaşar Ustalar...
Karıncalar incinmesin diye...
Eriğe elmaya dalarak büyüyen nesil siper oldu ağaçlara ilk kez...
İlk kez yeter dediler belki de bunca gür...
Yerin derinliklerinden geldiler, ellerinde susmak bilmeyen bir yeraltı güneşiyle...
Madenci değillerdi ama toprağa gömülüydüler sanki yıllardır...
Polisler Hulusi Kentmen değildi...
Dumana boğuldu sokaklar hababamın tuvaleti gibi...
Otobüsle duvar arasındaki karanlıkta nice canlar yandı...
Hababam sokağı terketmedi...
Gözleri çakmak çakmak çocuklar cesaret verdi onlara...
Ağaçları ev yaptılar sonra...
Fabrikatörün evden attığı Adile Naşit gibi...
Çorba kaynattılar dibinde... Dev perdede "Neşeli günler"
Bak müzik herkesin kulağında...
Dın dın dın dırııı dın dın dın dırııı... dındırıdındındın dırı dırı dın dırı rırırı dırı dırı rın
Dışarda kelli felli abiler konuştu...
Siyasi olarak ne anlama geliyordu? Acaba kim kime mesaj veriyordu?
Alkol yasasının payı neydi? Acaba dış mihrak neredeydi?
Eylemler nerede başlayıp nerede bitmeliydi?
Acaba köşk yarışı nasıl etkilenirdi?
Sonra Ankarada başvekil için doldu sokaklar...
Anarşistlere geçit verilmemeliydi...
Bizim polisimiz iyiydi... Evine ekmek götürenden ne istenirdi?
Bir battaniyenin altında film izleyerek büyüdüm ben...
Mahalledeki arsada çubuklu formamla top oynadım...
Ben Aykut olurdum, kimi Ziya, kimi Tanju...
Siyasetten anlamam...
Hayattan anlarım...
Küçükken çok kapıştım yukarı mahalleyle...
O mahalleye taşınana kadar...
Mahallelelerin yalan olduğunu gördüm ben gezide...
Polisin anarşistlerin yalan...
İnsanı gördüm... Somyanın üstünde... Gündüz dondurma gece battaniye çekirdek
24 saat sevgi, sınırsız emek...
Ben küçükken hep Yaşar ustayı tuttum... Dayak da yese evden de atılsa Yaşar Ustayı...
Ve bilirim ki havaalanı yolundakiler de kuğulu parktakiler de yaşar ustayı tuttu hep...
Çünkü fabrikatör ne yaparsa yapsın hayat hep yaşar ustadan yanadır...
Aslında sonunda sevgi kazanır... aslında tüm emekçiler yaşar ustadır...

29 Mayıs 2013 Çarşamba

Kocaman...


Bir sabah anne bir sabah... diyordu şair,
Acını süpürmek için açtığında kapını...
Öyle devam ediyor sonra, bambaşka bir ülke getirirler sana, diyor...
Bambaşka şeyler anlatıyor aslında...
Daha güzel daha aydınlık günlere inananları...
Bu yolda düşenleri...
Ne çok acı süpürdük beraber...
Ne zor günlerden geçtik...
Yeni tanımamıştık seni aslında, ama yeni bulduk...
Zaten efsane değil miydin gönlümüzde...
Sigma dönüşünde Samiyen'i yıkarken...
Ya da ustanın dediği gibi, sıfıra yakın yerden, tam da sıfıra düşmüşken umutlar...
O metafizik şutu atarken...
Yine 3-0 gerideydik biz... Darmadağın...
Topuk yaylasında ne sert bir rüzgar...
Bayrağı aldın eline, takıldık peşine...
Herkes kaçacak delik ararken fırtınanın ortasında...
Bir ağaç gibi tek ve hür, ama bir orman gibi gür, dimdik durdun işte...
İki kez gördük eğilirken...
Biri Nazımın yanıbaında, diğeri taraftarı selamlarken...
Nice fırtınalarda sana tutunduk biz be hoca...
Nice geceyi kan çanağı gözlerle geçirmişken,
Nice sabahı gördük ışığında...
Taraftarız biz be hocam...
Kızdık kimi zaman...
Alex niye oynamıyor, takım öne geçince niye yaslanıyor...
Çok acı çektik işte anla...
Hep saldıralım istedik, yenelim, gülelim...
Ama gülmek istiyorduk işte onca acıdan sonra, gül istiyorduk... anla...
Adamsın diye sevdik en çok, armanın ortasındaki palamuta benzettik...
Lefterin emaneti dedik sana... Basri gibi sevdik...
Sonra ne oldu?
Yel değirmenlerine kurban verdik...
Biz Fenerbahçeliyiz hocam...
En bulutlu günlerde arkadan haylaz haylaz sızan güneşi severiz...
Ama güneş yakıp kavururken yağmur da yağar biliriz...
Öyle oldu işte...
Hayat biz gelecek için plan yaparken başımızdan geçenlerdir diyor ya Lennon baba...
Öyle işte...
Hülyalara dalmışken, sigara kağıtlarına yeni 11ler yaparken yitirdik...
Aniden...
Şimdi yine kan çanağı gözler ama elbette yine sabah...
Yine özgürlüğe doğacak Feerbahçe...
Belki çoook çok iyi bi teknik direktör gelecek...
Belki dikine orta sahalar...
Direk dibine gönderen bir forvet...
Akın akın gidecek belki Fenerbahçe...
96dan sonra sahada sensizliğe alışmıştık ya,
Kulübede de alışacağız belki...
Yine şampiyonluklar kupalar...
Belki Pierre Webo Musa Sowuyla gideceğiz Amsterdama, ya da her nereyse işte...
Ama Recep Niyaz kime sarılacak be adam?
Salih Uçan'ı kim gözü gibi sakınacak bu cehennemde...
Yarın bi gün garbın afakını yeniden sardığında çelik zırhlı duvar,
Kimin iman dolu göğsüne tutunacağız...
Burası Fenerbahçe ama dii mi, bizden daha çook adam çıkar...
Çıkar elbet...
Aslında iyi de oldu diyorum bazen biliyo musun?
Artık her kötü sonuçta bi kendimize bi Fenerbahçeye üzülürken,
Bi de seni dert etmeyeceğiz belki...
Gözlerindeki o buğu içimizi yakmayacak bi daha...
Kimbilir?
Ama nası unutacağız be hocam sen söyle!
Okul bahçesinde maç yapan çubuklu formalı çocuklar var oldukça,
Anne örgüsü o hırkalar durdukça, nasıl?
Bilmiyorum işte ya hu... Dertleniyorum öyle... Dertleşiyoruz...
Sen bizim için, çocukluğumun radyo başındaki heyecanısın...
Kadıköyden gelen gol haberisin...
Münir baba'nın mavi boncuktaki beresi, hababam'ın karton şapkasısın...
Yoğurtçu parkındaki bank, Nazlının yerindeki kaldırım taşısın...
Kızıltopraktan stada giden yolun her adımında,
Beykan'ın atacağı her golde sen varsın...
Biliyoruz yüreğinin ta ortasında hala Fenerbahçesin,
Biz stattan sarı diye bağırsak sen evde lacivertsin...
Yolun açık olsun be hocam...
Seni tanıdığım güne şükürler olsun...
Unutmadan...
Arkadaşın yeğeni olacak Haziranda..
Abisi hiç düşünmeden Aykut koydu adını...
İmzanı bekliyorlar formaya...
Borcun olsun...
Dün, bugün, yarın...
Sen bizim Kocaman gururumuzsun...

apo: kale arkasındaki tellerin arasından seni izleyen küçük çocuk


14 Mayıs 2013 Salı

Burak...

Hiç tanımıyorum seni çocuk...
İlk kez Pazar gecesi gördüm fotoğrafını...
Esmer bi genç işte... Her gün sokakta görebileceğin...
Kara yağız...
Hiç tanımıyorum seni çocuk...
Ama kimbilir kaç kez omuz omuza yaptık?
Kaç kez aynı anda başımızı ellerimizin arasına alıp kaldık öylece...
Belki de yanyanaydık Kadıköy'de gazdan göz gözü görmezken...
Kimbilir belki caddede sarmaş dolaştık 17'de 16 zaferinde...
Çok sevdik çooookkkk, diye bağırdık defalarca....
Sevdamıza kimse engel olamaz...
Belki ters baktın bana ne bileyim bir maç öncesi?
Belki yolda sohbet ettik, abi bu maçta Stoch oynamaz mı, diye?
Sensiiizzz haaayaat dedin sen...
Sensiiizzz hayaaat dedim ben....
Ne çok maçta tek yürek olduk birbirimizi hiiiç tanımadan...
Kuyt'la beraber koştuk, direkten birlikte döndük Baroni vurduğunda...
Amsterdam düşü kurdun mu çocuk sen?
Burcu Özgeyle gidecektiniz belki...
Ben gitmeyecektim biliyo musun?
Totem işte. Anlarsın...
Seni hiç tanımıyorum be çocuk...
Ömrümde görmedim... Belki de hiç tanımayacaktım...
Ama iki gecedir gözümün önünden gitmiyosun hiç...
Boynunda kaşkol... Gözlerin çakmak çakmak...
Hani şu güzel kızcağızın unutamam dediği gözlerin...
Belki göz göze geldik yoğurtçu parkında siz kalabalık geçerken...
Belki turnikede birbirimizi ittik...
Mevzumuz olduysa affet...
Seni hiç tanımıyordum ben çocuk be... Vallahi...
Artık çok iyi tanıyorum...
Sen bundan sonra her maç sahadasın benim için...
11 çubuklu formanın...
Tam da göğsündeki armada...
Bundan sonra her maç tribündesin benim için...
Ama hiç maça gidesimiz kalmadı be çocuk...
İnsanlığımızdan utandık...
Senle birlikte ne kadar iyi duygumuz varsa gitti sanki...
Hayat ne acımasız be çocuk...
Parçalı formalı çocuk, arkadaşıyla biraz erken vedalaşsa tanımayacaktık seni...
Tanımasaydık keşke...
Sola dönüp gitseydin...
Hiç bilmeseydik kim olduğunu...
Yine ondan geriye saysaydık saat tam 7'de...
Aynı anda... birbirimizi hiç bilmeden...
Şimdi kime kızsak bilemiyoruz...
O hain bıçağa mı, senle aynı yaştaki çocuğa bıçak taşıtana mı?
Sisteme mi, yöneticilere mi? Televizyonun kan emicilerine mi?
Kendimize mi yoksa? Her birimize tek tek...
Ne kadar kızsak günler geçecek hayat bize sürecek be çocuk...
Her maç sonu dönüşünü pencerede bekleyen biri hiç unutmayacak ama...
Bir de birlikte huzurevine gitme planı yaptığın kızcağız...
Saçları bir günde ağaran bir adam...
Affet bizi çocuk...
Seni o bıçağa sürüklerken her ne yaptıysak, affet...
Seni unutacağımız her saniye için, affet...
Canını verdin sevdamıza... Hakkını helal et...
Şunu bil ki...
Her maç okul açıkta bi yerdesin
Bundan sonra sen de bize Leftersin...
Gözümüzden yüreğimize akan yaş,
Kara topraklarda bir Fenersin...

1 Mayıs 2013 Çarşamba

Söz...


Duvarın dibinde küçük ateşler yanıyordu.
Arkada boydan boya pankartlar asılı... 
Çok soğuktu...
Çay ocağına sığınayım biraz dedim...
Ateşin yanından geçerken biri seslendi...
Yanlarına gittim...
Kazanacak mıyız abi? dedi...
Fenerbahçe yıkılmaz, dedim...
Uzaktan grup grup sesler geliyordu...
Sevdamıza kimse engel olamaz...
Sensiz hayaatt sensiiz hayaat, biir işkencee, biir işkencee...
Çay uzattı...
Çankırıdan geliyormuş. Yanındaki de Karamürsel'den...
Biri pazarcı, biri öğretmen... Geçen duruşmada çay ocağında tanışmışlar...
Geçen gün düştüler aklıma...
Ne düşünüyorlar bugün acaba?
Mesela Bate maçını nerde izlediler?
Plzen'de Webo gol atarken ne yaptılar?
Lazio'da Caner turu getirince birbirlerini aradılar mı?
Lizbondadırlar belki ne bileyim?
Umutlular mıdır? 1-0 yeter mi?
Arasalar şimdi? Kzanacak mıyız abi, deseler..
Ne derim?
İlk maçın en kilit adımları yok en nihayetinde...
Webo rakip defasınsın tek organize çıkış yapamasını sağlamıştı misal...
Mehmet Topal hem hücuma katkı verdi, hem üçüncü stoper gibi kafacıydı...
Meireles dönen topların ustası.. Tam bir alan kapama profesyoneli...
Ama Kocaman adam düşünmüştür yine bi şeyler...
Caner kilit adam olur yine belki...
Salih daha garanti oynar, büyük bonus daha çok girer rakibin göbeğine...
Belki Sow röveşata yapar, belki Gökhan Samiyen'deki gibi çaprazdan vurur...
Hem bak onlar da daha motive kendi sahasında...
Kaptanları dönmüş, orta sahada Gaitan varmış...
İlerde lima...
Ne fark eder?
Bilmem ki...
Şunu bilirim...
Çok direkten döndük biz...
Çok kader maçı kaybettik...
Bak yine daha Ocaktan bitti demişlerdi...
Dirildik... Geri geldik...
Çok acı çektik be... Çok ağladık...
Egemen o kafayı vurdu ya.... Direkten içeri düştü hani...
Orada inandık işte...
Artık tarih değişti... Zeki Rıza dokundu belki son anda...
Belki Lefter...
Belki Kocaeli'de balkona çıkan hasta avukat...
Ya da ne bileyim, çatıda gezen manyak doktor...
Nasıl ki son idmana oynayan oynamayan hep birlikte çıktıysanız...
Biz de hep beraber sizinle olacağız...
Evlerde, kantinlerde, kalkmak üzere olan uçakta kaçamak cebe bakışlarda...
Totemlerle, yüreklerle, inançla...
Öyle yani...
Ne diyordum?
Küçük ateşler yanıyordu duvar dibinde...
Sağdan bi uğultu koptu...
Yukarı bakıyordu herkes...
Yandaki inşaatın vincine tırmanıyodu kalbinde Fenerbahçeyi yaşatan biri...
Bir meşale yaktı önce, geceyi aydınlattı...
Triko çubukluyu astı sonra vince... ve bir küçük pankart...
Fenerbahçe Yıkılmaz...
Herkes birbirine sarıldı... İki damla yaş süzüldü gözlerden...
O gözlerle bakacağız yine size...
Ve o gözleri ağlatan yüreklerle...
Bir umudumuz sizde yine...
Yenilsen de yensen de... Bil ki...
O forma o vince, en yükseğe asıldı... bir daha inmeyecek...
Leftere sözümüz var...

18 Nisan 2013 Perşembe

selam olsun...


Bir fotoğraf karesi...
Çamura bulanmış çubuklu forma...
Hani derler ya; babayiğit karayağız bi delikanlı...
Hepsi bu...
Ardarda gol görüntüleri yok... Filanca stadda kupa kaldırma anı da...
Ya da ne bileyim anlat anlat bitmez rekorları...
Yok...
Ama o fotoğraf bunların hepsinden daha çok şey anlatıyor işte...
Arife gecesi katlayıp başucumuza koyduğumuz çubuklu forma...
Üstüne kir gelmesin diye sokakları arşınladığımız, adliye önlerinde gecelediğimiz forma...
14 yıl giydi onu...
17sinden 18ine ayak basmıştı daha...
Recep Niyazdı daha... Salih Uçan... Beykan Şimşek...
Öyle yani... gencecik pırıl pırıl...
Bizim yerimize babalarımız vardı Kızıltoprak treninde...
Onlar yürüyordu ara sokaktan...
Kimbilir bazılarımızı omzunda götürüyordu...
Kafasında bozuk paraya alınmış o ip sarılı... Yaz sıcağıysa karton şapka...
Serkan orta sahadaydı. Gösterişsiz... Sade futboluyla...
Selçuk Şahin işte ya hu... Mehmet Topal... Belki Topuz...
Bilemediniz mi hangi yıllar?
Hani bi Mavi Boncuk vardı ya!
Münir baba'nın beresi hani...
Hani her Türk filminde çay ocağında bir poster asılıydı...
Stad önünde karaborsa yapardı ya Münir babanın haytalar...
İlla ki Fener maçı olurdu ya...
İçerde Serkan vardı işte...
Uçuşan saçları... her zerresini gururla terlettiği formasıyla...
Hababam hangi maça kaçardı bilmez misiniz?
Veysel Efendi okul kapısını açarken, Serkan da soyunma odasından çıkıyordu belki...
Yaşı yetmeyen bilmez...
Çok gol atmazdı çünkü...
Otobüsün arka koltuğundan yayın da yok o zamanlar...
Çok süper teknik değil belki...
Belki 6 kişiyi çalıma dizemez...
Ama safi yürek... Safi çubuklu...
Lefteri izlemiş küçükken...
Yılmaz Şenle omuz omuza vermiş...
Efsane bildiğimiz nice çubuklunun kaptanı...
Bize şimdi uzak geliyo ya...
Bugün toruna çubuklu kazak ören nineler,
Radyo başında çok dua etmiş ona...
Bugün maçtan sonra kutlamak için aradığınız babanız,
Stat kapısında çok yatmış uğruna...
sahadan çıkmış da sonra, çubuklu yüreğinden hiç çıkmamış...
45 yıl be kardeşim.. dile kolay...
Gece gündüz demeden...
Hani formaya hayat adamak neyse, o işte...
Adamaktan da öte... hayatı olmak...
Şimdi kulağınızda birkaç tını...
"Ayşecik'in kocası....
Takımla birlikte filanca yere giden kulüp müdürü serkan acar..
Karşılaşmayı kulüp müdürü serkan acar da izledi...
Chelseali yöneticiler için düzenlenen yemekten konuşan acar....
vesaire..."
müdürü değil, kendisi kulübün...
Fenerbahçeli değil Fenerbahçe...
armadaki palamut... kalbimizde çınar...
Geride hep aynı emanet...
triko çubuklu...
radyoda bir ses....
Fenerbahçe deniz tarafındaki kaleye hücum ediyor...
Top serkanda...
güle güle güzel adam...
Zeki rızalara Ayetullah beylere, mehmetçik basriye, lefter babaya, küçük hüseyine selam söyle...
de ki rahat uyuyun...
çubuklu dün bugün yarın...
hep layık olduğu yerde...

28 Şubat 2013 Perşembe

Genel Çağrı...

Burada hep keskin cümlelerden kaçtım ben...
İstedim ki defterini çubuklu kaplayan çocuk olsun hep,
ya da ne bileyim kalın gözlükleriyle toruna kazak ören nine...
Ama bugün artık iki kelam etme zamanı geldi...
Doğrudan, herkese... Belki haddimi aşarak... Ama samimi...
(Sonuna kadar okumadan sövüp gitmeyin)

Yönetime:
İki tane masa tenisi maçı kazanılsa herkes canlı bağlantıda..
Şöyle bir emeğin sonucu, böyle kazandık... Büyüğüz filan...
İçerde dışarda kumpasın bini bir para...
Ortada kimse yok... Çoğunuzun adını bilmiyoruz ya hu?
Kimsiniz, ne iş yaparsınız, neden yönetici oldunuz?
Kongre 3 temmuzdan epey sonraydı... madem korkuyordunuz neden yönetime girdiniz?
Ya ortaya çıkın, ya fotoğraftan çıkın...

Taraftara:
Kim kimi niye sevmiyo, niye gitmesini istiyo ezberledik...
Tamam başkan içeri girmeden bir sürü hata yaptı...
Tamam siz gitmesini istiyosunuz, bu devirde kimse padişah değil... evet...
Tamam deplasmanlarda kelle koltuk Fenerbahçe için çarpıştınız...
Tamam endüstriyel futbola yenilmeyeceğiz...
E be abi, 106. yılına girmiş kulübün anasını belliyolar be...
Kim hangi lobiyle nerede karar aldırıyo en iyi siz biliyosunuz...
bir taraftar bir takımı nerelere taşıyabilir en iyi siz biliyosunuz...
başkan nefretinin bedelini takıma ödetmek niye?
edirneden ardahana olan bitenden habersiz tv başında kahrolan adamın suçu ne?
uefa bunca bilenmişken, şovun anlamı ne?
bu kadar mı zor baltaları gömmek? bu kadar mı zor "lan şu işi sene sonuna bırakalım" demek?

Takıma ve hocaya:
Sene içinde onca maçı inatla laubalilikle geçirmesek bunlar olmazdı biliyoruz dii mi?
mücadele ettiğinizde ligde rakibiniz olmadığını görüyoruz değil mi?
haklı ya da haksız kişisel hesaplaşmaların sonucunu anlıyoruz değil mi?
sizin işinizin tüm bunlardan bağımsız profesyonelce oynamak olduğunu biliyoruz değil mi?
topu yanındaki arkadaşına atamamamın, birbirini kollamamanın mazereti olmadığını biliyoruz değil mi?
Oyna be kardeşim... Terlet o formayı... Aklınla oyna ama... Kalbinle oyna...
Sonra ister yen, ister yenil...
Ama bil ki tüm bu saldırıların kalkanı da, mutluluğun anahtarı da sendedir...
bir umudumuz sensin yani... anla be...

Başkana:
Çıkın artık bu ben hapis yattım psikolojisinden...
elbette yatmadan bilemeyiz... elbette anlayamayız yaşadıklarınızı...
yeminle büyük saygı duyuyoruz orada geçirdiğiniz her dakikaya ve tabii baş eğmemenize...
Fakat ya çıktıktan sonrası...
söyledik size...
önce taraftarla görüşün diye... teşekkürü de onlara edin... desteği de onlardan isteyin...
kim yürümüş kim yürümemiş bırakın...
toplayın tek tek... bugün ilk gün deyin... verin omuz omuza diye...
yapmadınız... aksine içeriyle dışardan daha çok ilgilendiniz...
yapın artık... bırakın e tribünden adam topladığınız günleri...
kucaklayın şu camiayı...
yargıtayı da anlıyoruz kader gününü beklemeyi de...
ama içerdeki birliği oluşturun artık... çıkın o cezaevinden... gerçekten çıkın...

fırsatçılara:
sizde biraz haysiyet varsa... gerçekten biraz sevdiyseniz lefterin emaneti bu formayı...
çekin o elleri en azından şimdi...
bırakın bu devirirsek şimdi deviririz hesaplarını...
dağbaşı değil burası... fenerbahçe...ikna edin kongre üyelerini.. devirin başkanı...
ama şimdi mi be abiler...
çanakkaleyi geçmiş geliyo gemiler! şimdi mi?
böyle olacağını sanıyosanız... hayal kuruyosunuz...
darbeyle gelen, tenekeyle gider...

herkese...
gelin artık... birbirimize öteki beriki muamelesi yapmayalım...
maçın ilk dakikasındaki gibi omuz omuza yapalım...
yanımdaki kim diye bakmadan... sadece formayı görerek...
samimiyetle... yeminle...
ya da hepsini boşverelim...
uefayı ligi kupayı...
bu sene dönüşüm senesi olsun...
yakalım gemileri... herkes kussun nefretini...
kalan sağlarla devam etsin fenerbahçe...
nası olsa sokakta oysana kaldırımda desteklemez miyiz?
öyle işte...

ya da sktiredin bu yazıyı... amaaann başkan yalakası deyin... ya da başkan düşmanı... işinize gelen bölümü kabul edin... gerisini gömün gitsin...

ben bi tek gerçek biliyorum... babamın emaneti triko çubuklu... sen ben o, padişah, reis, münferit...
ölümsüzlüğü bulmadıkça gideceğiz... o kalacak... mümkünse yukarda kalsın...

selam sevgi... apo...

20 Şubat 2013 Çarşamba

Abdullah Hoca...

Tanıştığımızda tekti... Sanki mağrur bir tüfekti...
Pek konuşmazdı... Biz konuşsak kızmadı... Gülerdi...
Beden eğitimi hocasıydı... Okul takımını kuracaktı o sene...
Önceki yıllarda yapılanı yapmadı... Seçme filan olmadı...
Beden derslerindeki maçları izledi bi köşeden...
Sınıflardan çağırdılar sonra bizi teker teker...
Kaderler zar atmayan çocuklar...
Sal sokağının haylazları...
İlk maç... Formaları dağıtırken adımı saydı...
8 numarayı verdi bana... Rıdvan, canım benim...
Rakipte yıllar sonrasının gol kralı Serkan Aykut var...
Fena fırtına, çamur deryası... 1-1 berabere...
Bu son olacak, dedi... Bundan sonra hep kazanacaksınız...
Sınıfın beleşçi golcüsüydüm ama sola koydu beni...
Paylaşmak güzeldir çocuklarım, dedi...
Yardımlaşmak iyidir... Birbirinizin arkasını kollayın...
Paylaşmak güzel ama bu top bizim takımın...
Onlara vermeyin...
Vermedik... Samsun şampiyonu olduk...
Sonra Tokat, Ordu, Sinop... Tek tek geçtik... Yarı finallere kaldık...
Kalbi tekledi... Bıraktı hocalığı... Beden terbiyesine gitti...
İsmail Hoca geldi başımıza.. o da kral adamdı...
Zonguldaktaydı yarı finaller...
Yola çıkacaktık o akşam... Müdür yardımcısı geldi ismail hoca geldi.. o yoktu...
Ağladık...
Hastane yokuşunun taa ucundaki sokak lambasının altında belirdi tam yola çıkacakken...
Yüz metreden tanıdık...
Boşadı otobüs... Yollarda deli gibi koşturan 16 velet...
Sensiz olmazdı dedik...
Evladını bırakır mı insan yola düşerken dedi...
Ağladık...
Siz dedi, yine kazanacaksınız...
Çünkü ayağınızla değil aklınızla oynayacaksınız...
Üç rakibi de yendik...
Finaller Kütahya'da...
Babam da geldi izlemeye...
Kamyoncu Sait'in oğlu...
Üçüncü olabildik... Üzüldük...
Türkiye üçüncülüğüne üzülebilmek...
Tek tek sarıldı bize...
İşte bu hayattı çocuklar dedi...
Kaybedebilirsiniz...
Ama hep mücadele edeceksiniz...
Yenileceksiniz... Ama dik duracaksınız...
Büyüdük sonra... Savrulduk...
Aramadık...
Hasbel kader bi kitap yazdım ben...
Sal sokağının haylaz çocukları...
İsmail Hoca okula çağırdı...
Toplanıp gittik ailecek... Takımın stoperi karşıladı bizi...
Faruk... Kaderle zar atmayan ütü kokan gömlekli küçük çocuk...
Okula gittik.. O da geldi...
Kafasında şapka... Saçlarını dökmüş akciğerlere yerleşen illet..
Ama gözlerinde hala 20 yıl önceki ışık...
Bak gelinin dedim... Bu da torunun...
Gururlandı... Kitaba baktı... Azı benimse çoğu onundu... Gözleri nemlendi...
Kafamı çevirdim...
Vücudu biraz eğikse de başı dikti hala... Güzel adam... Abdullah hocam...
Bugün aldım haberi... Yazgan Hocanın Yanına gitmiş...
Fotoğrafın üst köşesi boş artık... O kara yağız adam yok...
Ama dersleri bizde hala... umudu içimizde...
Güle güle yiğit adam, mert adam.. bak ne yazmış kaptanın ahmet ardından...

"""bir gün önce, etrafında bulduğumuz kuytuda, bize büyük marifet gibi gelen haytalığımızı yapıp şarap içmiştik, öğleden sonraki derslere girmeden. ertesi gün kapalı spor salonunun parkeleri, şımarık tepinmelerimizle eziliyordu. hepimiz, kendimizi birer, "top cambazı" görüyorduk. ama bir hedefimiz, hayalimiz yoktu. geldi...hepimiz dizildik karşısında. ama "ip" gibi değil...karışık hatta sırnaşık nizam...höt zöt etmedi. bakışı sertleşmedi. zaten, sonradan "karizma" denildiğini öğrendiğimiz, kendinden bir asaleti vardı. sert görünür ama şefkati ışıl ışıl parlardı..."çocuklar" dedi; "siz, bu yıl türkiye şampiyonu olacaksınız" böyle bir "merhaba"yla karşılaşmamıştık öncesinde. mümkün de değildi zaten öyle olması...gülüştük...birbirini, çaktırmadığını sanarak, dürten ve "ne diyo la bu" diyenlerimiz oldu...bir de unutamam; kütahya'da, yarı finaller oynanıyor. izmir sıdıka rodop lisesi önünde 1-0 galibiz. mucize kabilinden toplar çıkarıyor kalecimiz. mucizenin kendisi oluyor, direkten dönüyor toplar. ama bizim gözümüz kulübede. abdullah hoca, heyecandan kalp krizi arefesinde...bitiş düdüğü ve derin nefes...sevinç, sonradan geliyor. maçı mı kazandık, finale mi çıktık, abdullah hoca için "ohh" mu çektik...hepsi belki de...bize, kendimize inanmayı öğreten adam, güzel insan...emeğine kurban olsun hayata dair kazandığımız herşey...ışıklar içinde uyu...yazgan hocamıza de götür selamımızı hocam..."""

gelemedik uğurlamaya.. faruku gönderdik hepimiz adına affet...
seni seviyoruz...
haylaz çocukların...

12 Ocak 2013 Cumartesi

triko çubuklu adam...

Belki sisli bir gece yarısında vurulmuştur çubukluya...
İlk pazar formasının amblemine ya da...
Tarifsiz sevinçlerin...
Tamirsiz acıların büyüttüğü o büyük sevdaya...
İyinin kötünün mutlunun mutsuzun çok ötesinde...

Kupa büyüklüğüyle şampiyonlukla adı konamayan...
Aşkla...
Liyakatla...
En büyük hüzünlerle kucaklanan...
Milyonları aynı acıda aynı sevinçte buluşturan...

Daracağında olsa bile hani...
O gün bile...
Lafın sözün çok ötesinde... tanımsız...
Din gibi, mezhep gibi, evlat gibi...
Umudun bittiği yerde başlayan... Sonsuz...

Daima tebessümle hatırlanan...
En tepesinde sevda masallarının...
Fenerbahçe işte... Çubuklu yani... Sen...
Tam da hayatın kendisi...
Eskimeyen, azalmayan, anlatılamayan, yaşanan...
Radyo başındaki esnafın yüreğinde kadıköyden gol haberi beklerken...

Edirneden Ardahana değil...
Falklanddan Sibiryaya kadar...
Sarının ateşi lacivertin asaletiyle...
Ana kadar kutsal... Evlat gibi doyumsuz...
Ne bir okul bitirmek ne de kızı sevmek gibi hani... çok başka..
Elinde bilet üstünde formayla uyuyan veletlerin yüreği gibi.. pır pır...
Leylasına kavuşamayan mecnun gibi deplasmanda...
Ete kemiğe bürünmüş bir özlem...
Resmi çizilemeyen mutluluk maç sabahı...

Öfkelerin en büyüğü tutkuların en şahanesi...
Lise aşkı gibi unutulmaz...
Minik bir gözyaşı kimi zaman, babasının elini tutan kızın yanağında...
Efsane işte... en gerçeğinden...
Zamandan mekandan bağımsız... dünde bugünde yarında...

Lefter işte be... Bizim lefter... Sen yani...
En kara deryaların sönmez Feneri...
Ferisin gönül gözümüzün...
Tanımsız kaldığında sevdamız...
En güzel tarifisin.. En özel dalısın çınarın... hakkını fenerbahçeliliğimize helal et...
Rahat uyu... çubuklu bize emanet....