31 Aralık 2010 Cuma

yol...

Kaldırımın olmadığı yerde yola inerken hiç korkmazdı.. "Arkadan arabalar geliyor" derdim, "Koca yola sığmıyor mu deyuslar, onlar bize dikkat etsin" diye elimi güçlü sıkar yoluna devam ederdi.. Hiş şaşmadı ki zaten o yoldan.. Bir ömür, hiç bir şartta, kim ne derse desin...

Bayburt'tan çıkmış yola dedem..  Daha askere bile gitmemişken.. Gençken yani, gençten erken hatta.. Sizin bugün çocuklarınızı internet kafeye göndermeye koktuğunuz yaşlarda.. Şimdiki gibi televizyonlu internetli turizm seyahat şirketiyle değil üstelik, bildiğin yaya.. Bir başına diyelim tam olsun... Yollar çetin, gecenin karanlığı zifirden öte.. Köyde habersiz bıraktığı eş dost, akraba cabası.. Tek bir an olsun kafasını çevirmemiş geriye, bir kez olsun düşünmemiş, ağzından hiç "ama" sözü çıkmamış yol boyu...

14 gün sürmüş Ankara'ya varması.. Ama burası yolun sonu değil başı.. Tek akraba yok taze cumhuriyetin başkentinde.. Hiiiç dert etmemiş inanmazsınız.. Taş taşımaya o gün başlamış hemen.. Kamyonu satın alana kadar inmemiş sırtından taşlar.. Ama yormamış güçlendirmiş onu.. Bu gözler şahididir.. Dil tarih coğrafya fakültesinin önünden ne zaman geçsek kitaplarla yürümekten şikayet eden öğrenci duyarsa kızar; "Bu koca koca taşları taşıdık biz sizin için, iki tane kitaba mı üşeniyorsunuz ?" derdi..

Babama sorsanız, inat etmeyin Çankaya'dan arsa alsa iyiydi.. Ama dik adamdı işte,, oturmam ben o dağ başında lafı sülalenin kaderini değiştirdi ama hiiç kızan da olmadı, arkasından atan da.. Bilirlerdi çünkü, çok parayı bulsaydı da, dağıtırdı sağa sola.. "Kefene cep yapılana kadar para tutmam" derdi.. Bugün onu bile yapmaya hazır olanları görse en okkalısından küfrederdi..

Evlerimiz yanyanaydı, hep onda kalırdım ben.. Babaannem ben doğmadan öldüğünden evin kadını erkeği anası babası atası oydu.. Yaptığı yemeklere ne anam yetişebilirdi, ne kızları.. Yılların sert adamı soğan doğrarken, pilav yaparken 3 günlük gelin gibi incelirdi parmakları.. Taşı taşıyan eller öyle narin sarardı ki zeytinyağlıları, parmaktan kalın olanları çöpe atardı.. Demir gibi sert pamuk gibi yumuşaktı işte.. Ağırlığını size çarptığında anlardınız.. Çocuklarına dil uzatanlara demir gibi iner, sevdiklerini pamuk gibi sarmalardı..

Taşındık sonra biz o evden.. Su musluktan aksın diye lojmana gittik.. Yalnızlık iyi gelmedi dev çınara, kalbi yoruldu, yıllarca taşların altından dumanını tüttürdüğü sigara damarlarını tıkadı.. Babam ikna etti, sattırdı evini.. Öyle ucuza sattı ki evi, kimse söz dinletemedi.. Çok para alayım da çocuklar benden sonra birbirini mi yesin dedi kestirip attı..

Bizim eve geldi, demek ki en çok beni severdi, belki ablamı.. Ya da kardeşimi.. Kıskanlıç bilmedik ya hiç, soramadık o yüzden.. Babamla annem ne zaman bana top almayı reddetse gözüyle küçük odayı işaret ederdi.. Kapının arkasındaki tel askıda ceketi dururdu hep, sol iç cebi kabarık.. Ama çok para olduığundan değil, bağkur emeklilerine maaş yeşil on liralar halinde verildiğinden.. Bi tane onluk çekerdim, üstünü sessizce eline sıkıştırırdım...

Hayatı roman olamadı, diziye de çekilmedi.. Ama kral adamdı.. Kamyoncu Sait dedin mi bilmeyen yoktu.. Anadolu lisesi sınav paramı verip hayatını değiştirdiği gün "Al sana yol parası" dedi, "Senin yolun bundan sonra okumak, kim ne derse dönme, önüne bak, başka yollardan gidenler daha öne geçebilir, belki o yoldan gidenlerin hayatı da daha güzel olur, sen yolundan şaşma"..

Çocuktum, anlamadım, sadece dediğini yaptım, el kadar çocukken yatılı okula gittim.. Sonra, çoook sonra ta kalbimde duydum demek istediğini..

Yola düşenler için yazdım dedemin öyküsünü.. Asıl yolculuğun kendine doğru yapıldığını bilenlere ses versin istedim dedem.. Gece karanlık olup yol görünmeiğinde baka yöne sapmasınlar diye.. Elbet güneş doğup yolunuzu yeniden aydınlatır, sakın unutmayın diye.. En çok kendime yazdım belki.. Kızım bana tutunarak ayağa kalktı bugün.. Yarın öbür gün yürümeye başlar.. Okuma yazma öğrendiği ilk gün büyük yolcunun hikayesini okutacağım ona.. Ve diyeceğim ki; yürüdüğün yol seni başarıya ya da mutluluğa çıkarmayabilir, ama aslolan sadece varmak değil, yolda olmaktan da keyif almaktır.. Yolculuğunda tek kılavuzun vicdanındır...

29 Aralık 2010 Çarşamba

bebe...

Fikri bile heyecanlandırır seni, düşündükçe kalbin kuşa döner.. İsimler geçer kafandan yüzlerce binlerce.. Aylar öncesiden alırsın beşiğini yatağını.. Gecenin bi vakti gider yatağının başına oturursun, başını sonunu hesaplayamadığın düşlere dalarsın.. Neden oradasın onu bile kestiremezsin.. Bi çabucak geçsin istersin zaman, geliversin yanıbaşına.. Bi endişeye kapılırsın, nası büyütcez yahu biz bu yavrucağı diye..

Sonraaa... Efendim sonra geliverir el kadar bedeni, dünya kadar sesiyle.. Neden olduğunu bilemezsin yine ama ağzının iki ucu biraraya gelmez o gün.. Arayan kilosunu, sağlığını sorar, sonra eee nasıl bir hismiş sorusu gelir. Cevabı en zor soru.. Ne hissini açıklayabilecek bir cümlen vardır, ne verdiğin en zekice örnek tatmin eder seni.. En ünlü şairlere, yazarlara, düşünürlere sığınırsın, kimse tarif edemez.. Ayağının yerde olmadığını bilirsin sadece, ve o an yerine koyabilecek hiç bir makam mevki bulamazsın.. Ömründe hiç bu kadar sevinmemiş, hiç bu kadar korkmamışsındır... Hayatının önce ve sonra diye ayrılacak bölümlerinin tam da orta yerindesindir çünkü...

Büyür sonra gün gün.. Gecelerce gider başında beklersin.. Ağlasa kederlenirsin, sussa kaygın içini sıkıştırır.. Nefesini kontrol edersin kimseye çaktırmadan, sana gülmesinler diye.. Eline bulaşık almamış olan sen, boklu bezi en sevdiğin filmi izler gibi gerine gerine yıkarsın.. İçine siner kokusu, ağzına süt koymamışken kendini bildin bileli, süt kokuyo diye tarif edersin.. Sütü bile sever olursun.. Artık tek derdin tasan vardır; aman ona bir şey olmasın...

Gözlerinin içi sana bakmaya başlar sonra.. Seni gördüğünde bi ışık yanar sanki orada.. En ünlü artizlere benzetilmekten hazzetmezken bi el kadar bebe sana benzetilince gevşersin, yüzün kontrolden çıkar.. Akşam nasıl olur ki o aylarda.. Eve uçmak değil ışınlanmak istersin.. Yılların sokak gezgini, asisi eve bğlanır kalırsın.. Tek bir kez gülsün diye sana saatlerce gözünü ayırmadan bakarsın...

Beklediğin olur sonra, seni kapıyı açışından tanımaya başlar.. Bir tek sende susar canı yandığında ağlarken.. Nedendir bilemezsin ama sen bir kez ağlayacağına ben öleyim sözleri dökülür dudaklarından, tanıdık da gelir aslında.. Daha korkak olursun kararlar alırken kendinle ilgili, ama eskisinden bin kat daha cesursundur hayata karşı.. Dağı del dese dümdüz edecekmişsin gibi gelir sana.. Bezini yıkamak, sümüğünü silmek, hasta olmasın diye evde ne varsa değiştirmek çock oyuncağıdır sana.. Gerekirse evini barkını şehrini terk edersin..

Ateşi çıkıverir bir geceyarısı.. Ağlar ağlar susturamazsın.. Öylece kitlenir kalırsın.. Yıllarca en zor anlarda buz gibi serin davranırken elini kaldıramazsın, dilin düğümlenir.. Ömründe hastane görmemişken gözü yaşarsa doktorda bulursun kendini.. Büyükler şöyle yap böyle et dese dinlemezsin, benim dersin o, ben büyüteceğim onu.. En nihayetinde deseler ki, kolunu ver verirsin, gözünü ver, verirsin, değil organ nakli, hayat naklini kabul edersin.. O bir gün fazladan gülsün diye gerekirse ömrünün tamanını verirsin.. İlk emeklediği gün senin için elektriğin keşfinden daha önemlidir.. İnternet bile ayağa kalktığı an kadar hayret ettiremez sizi.. Milyarlaca kez yapılmış şeyleri yapar, anlata anlata bitiremezsiniz tarihte bir ilk yaşanıyormuş gibi.. Kazık kadar adam olsa yine çocuktur sana, yine sırtta havlu, hastalıkta endişedir...

Sonrası.. Sonrası uzar gider efendiler.. Okula, üniversiteye, askerliğe, evliliğe.. Her biri ayrı roman, toplamından 220 film çıkar sana göre.. Kahkahadır, tebessümdür, sevinç gözyaşı, ya da kalbi sıkıştıran bir gerilim filmidir.. Hayatının ta kendisidir.. Bir ad koyarsın o ad senin için yaşamın yeni anlamı olur.. Tüm bunları yaparsın ve ondan hiiiç bir şey beklemezsin karşılığında.. Mutlu olsun, arada bir de sesini duyursun, yeter sana.

Gözünüzün önüne geldi dii mi ? Film şeridi gibi geçti yavrunuz aklınızdan.. Çocuğunuz yoksa yeğeniniz.. Hiç değilse düşünüzdeki yavrucak...

Siz de hep birilerinin aklından geçiyorsunuz hala bilesiniz.. İşte bu yüzden hep arayın onları.. Anne baba değeri en çok yokluğunda anlaşılan iki değerdir.. Gece demeyin, gündüz demeyin, arayın onları.. Hiç kırmayın.. Bu ne yaa, ne klasik hikaye bu da demeyin, arayın siz, ne hissediyorsanız, hep söyleyin..

Çünkü sizden tek beklentileri vardır.. Sesinizi duyurun yeter... 2011'e sizin sesinizle girsinler... Bütün yılları güzel geçer...

Apo... şaman evlat...

28 Aralık 2010 Salı

tuz buz...

Efendiiimm... Pek çoğunuzun vakıf olduğu bir bilgelik öyküsü vardır...

Rivayet odur ki; bilge insan öğrencisine acı ve dayanmanın öğretisini verebilmek için bir örnekleme yapıyor.. Diyor ki, eline bir avuç tuz al gel benimle.. Öğrenci tuzu alıyor, bilge o tuzu bir bardağa döktürüyor ve iç bakalım diyor.. Öğrenci suyu içiyor yüzünü buruşturuyor.. Şimdi diyor bilge yine bir avuç tuz al gel benimle.. Bu kez o bir avuç tuz göle dökülüyor ve öğrenci bir bardak su doldurup içiyor gölden.. Elbette su tatlı, tuzun hissi bile yok.. Bilge diyor ki öğrencisine "Tuz aynı, acı aynı.. Sen bardak mısın göl mü, ona karar ver"...

Şimdi mendilim köşe köşe bu hikayeden bize ne düşe.. Aslında hikayeyi öylesine seçtim.. Başka başka, türlü türlü, bitmek bilmez, derya deniz, uzar gider derecesinde çoktur bilgelik öyküleri.. Kitapçılarda binbir çeşidi mevcut.. Oku oku bitiremezsin, Hindu bilgeler, kızılderili öğretileri, aborijin efsaneleri, ünlü yazarların yüzyılları aşıp gelen sözleri, bugünün filozoflarının yazdığı kitaplar..İnsanlar alır o kitaplardaki sözleri sosyal paylaşır, eşe dosta bayram mesajı yapar, yetmez küstüğü kız arkadaşına imalı göndermede kullanır, kız tavlarken msn'den gönderir...

İstediğini de yapmakta özgürdür aslında herkes.. Ne diyor İl postino filmimizde Neruda şiiri için Massimo Troisi "Şiir onu yazana değil ihyitacı olana aittir".. Tamam öyledir de kardeşim.. Bütün ünlü sözler, onca çekilen çileyle kazanılan deneyimler bizim olur, istediğimiz gibi kullanırız, eyvallah da; aslolan o sözlerde söylenip yapılanları gerekli zamanlarda hatırlamaktır.. Başkasının şiirindeki söz elbette ihtiyacı olana aittir, ama söylediğinde değil, hissettiğinde, hayata döktüğünde.. Ne zamanki acılar karşısında tuzu bardağı gölü hatırlarsın o zaman senindir bu hikaye.. Al hayrını gör.. Ne zaman haddini aştığında "ben sana falan olamazsın demedim, adam olamazsın dedim" öyküsü gelir aklına, tamam o da sende.. 

Sevgili gençler, genç kalanlar ve Kandıralılar.. Bizden önce yaşayan milyonlarca güzel insanın deneyimleri bizim emekli ikramiyemizdir.. Güzel güzel harcar iyi değerlendirirsek bitmez bir servetimiz olur.. Yok efendim orda burda saçar savurursak, bilesiniz hazıra dağ dayanmaz.. Hayatınızdaki her şey hatırladığınız kadar vardır.. Kalın sağlıcakla....

apo, şaman adam...

27 Aralık 2010 Pazartesi

Kızılderili filan...

15 sene olmuş nereden baksan, karşılaştığım herkesin ilk olarak hala mı takıyosun demesine yol açan o rozet göğsümdeki yerini alalı.. Şef Beyaz Bulut'un tam kalbimin üzerine yerleşmesinden sonra 5 - 6 bin kez uyuyup uyanmışım.. Belki yüzlerce kez cevap vermisişim aynı soruya : Neden kızılderli rozeti takıyorsun ? Senin için özel bir anlamı var mı ? Bu kim Apo, deden mi ? vesaire vesaire.. Hep aynı cevabı vermişim aslında : Yoo kızılderilileri seviyorum...

Artık o cevabı vermenin zamanı geldi.. Kızılderilileri secmekten ötedir o rotezin anlamı.. Saçma sapan korkular yüzünden yapamadıklarımızı yapan, hayatın önüne hiç bir şey koymayan adamlara saygının işaretidir.. Hani daha bebekken bize öğretilmeye başlayan korkular.. Önce cısss, uf olmak, sonra harçlığın kesilmesi, sonra disipline gitmek, sınavı kazanamamak, falanca teyzenin oğlundan daha kötü bir yer kazanmak, bir baltaya sap olamamak, bulduğun işi kaybetmek, bilmem kimden daha az para kazanmak, filanca tatil beldesine gitmeye paranın yetmemesi, gerekli zamanı kaçırdığın için işi alamamak, saysam sabaha kadar sürecek ertelenemez, vazgeçilemez gereklilikler.. Dövüş Kulübü'nde gözümüze gözümüze sokmuştu ya Fincher : sahip oldukların bir gün sana sahip olur diye.. İşte biz ne kadar vazgeçilmezlik yaratmışsak hayatımızda; onlar o kadar sadece kalmış.. Diyor ki felsefeleri, bu toprak bize atamızın mirası değil çocuklarımızın emanetidir.. Yani sahiplenmiyor, dünyada misafir sayıyor kendini.. Oysa biz sürekli daha çok daha çok daha çok istiyoruz.. Ve çıktığımız her basamak yeni yaşam standardımız oluyor.. Bir cenazede hatırlıyoruz o mal mülkün hiç bir anlamı olmadığını, bir de hasta ziyaretinde.. Her nefesin servet olduğunu hatırlamamız için nefesimizin kesilmesi gerekiyor.. Bugün reiki seanslarında, nefes çalışmalarında, hatta falcılarda bulmaya çalıştığımız huzur, zaten içimizde olduğu halde saçma sapan kaygılarla kaybettiğimizdir zaten..

Çadırlarda yaşayan, doğadan ve topraktan başka değer tanımayan, değil insanlara taşa bile saygı duyan o insanlar şaman dedelerimizden farklı birileri değil aslında.. Sadece asıl servetin boğaza nazır yalılarda değil, bizzat içimizde olduğunu bilen herkes kızılderilidir, şamandır..

Eğer bir gün o korkulardan kurtulup huzuru bulabilirsem çıkarırım rozeti.. O zaman kadar siz sorarsınız, ben tebessüm ederim..

Ve işte o huzura giden yolculuığun adresidir bu sayfa.. Belki birlikte daha saygıdeğer bir dünya kurabiliriz.. Hepiniz hoşgeldiniz, hepimiz hoşgeldik... Merhaba...