7 Ağustos 2011 Pazar

yeni başlayanlar için futbol...

televizyonlar yıllardır böyledir... olay patlar uzmanlar ekrana dolar...
ekonimistler, emekli paşalar, strateji uzmanları, gazeteciler, falan filan...
herkes iyi bildiği ( en azından içinde olduğu ) alanda ahkam keser...
son 5 haftada bu kural değişti, hayatında top görmeyenler futbol programlarına koştu...
tek maç izlememişler, terimlerden habersizler ama infazda raipsizler...
artık bütün maçları izlerim diyen bile var...
e madem herkes bu kadar meraklı,, yeni başlayanlar için bi rehber hazırlamak lazım dii mi ? buyrun :
FUTBOL : ayak topu anlamına gelir, ancak el dışında vücudun tüm uzuvlarıyla oynanabilir ( kaleci onu da kullanabilir )
filmde söylendiği gibi, gerçekten fene halde hayata benzer...
kazanmak için takım olmanız gerekir mesela...
ne kadar geniş alanda oynarsanız o kadar yorulursunuz...
arkadaşınızın arkasını kollamanız gerekir, ve arkanızı kollayacak arkadaşlar...
top ne kadar çok rakip alanda ve haliyle sizin ayağınızda kalırsa gol yeme şansınız o kadar azalır...
ama bu yemeyeceğiniz anlamına gelmez...
oyununuz ne kadar göze hoş gelirse gelsin sonuç almak için gol atmanız gerekir...
zafer uzun bir yoldan geçer, sahadakiler kadar kulubedeki adamlarınızın da iyi olması gerekir...
FUTBOLCU : Oyunun birinci öncelikli unsuru.. o olmadan futbol olmaz...
KALECİ : Saha içindeki yalnız adam.. asla arkadaşlarına arkasını dönmez.. Günah keçisi...
OFSAYT : forvet oyuncusuyla kale çizgisi arasında en az iki savunma oyuncusu (kaleci de olabilir) bulunması gerekir... Bu kuralı ihlal ederseniz attığınız gol geçersiz sayılır... Yani golü futbol oyun kuralları içinde atanız gerekir...
PENALTI : ceza sahasında yapılan kural dışı hareketlere (faul, elle oynama vs. ) verilen cezadır...
FAUL : oyun kuralları içinde izin verilen sertliğin dışına çıkılması durumudur.. Nizami olmayan bir hareket yaptığınız anlamına gelir...
TAÇ : Top çizgilerle sınırlı futbol oyun sahasının dışına çıktığında yapılan atıştır ( kenar çizgilerden )
GOL : futbolun meyvesi, taraftarın eğlencesi.. zafer anı.. kimine göre amaç kimine göre araç.. Topun uyun kuralları içerisinde üç kale direği arasından geçmesi durumudur.. Bunu en çok başaranı takım maçı kazanır...
TEKNİK DİREKTÖR : Futbolcuların nasıl bir düzen ve taktikle oynayacağına karar veren futbol adamı..
BAŞKAN VE YÖNETİCİLER : futbol kulübünün herşeyinden sorumlu insanlar. O takımda kimler oynayacak, hangi paraya transfer edilecek, takım nerede kalacak ? sezona nasıl hazırlanacak ? liste uzun... patron yani...
TARAFTAR : futbolun oynanma amacı.. hedef kitle.. temaşa sanatının jüri üyeleri... didaktik tabirle böyle.. ama aslında... bir takıma gönülden bağlanıp, karşılık beklemeden, kazanılan ya da kaybedilenlere bakmaksızın bir sevdanın peşinden giden insan topluluğu.. Hislerine rasyonel değerlendirme yapılamayan, sevgisini kendi bile ifade edemeyen garip kitle..
TRİBÜN : Taraftar denen canlı türünün toplandığı ve maç izlediği alan.. Binlerce kişiden oluşan apayrı bir canlı organizma...

Liste uzaaar gider, 4-4-2, 3-5-2 gibi dizilişler, katanaçyodan bugüne sistemler, oyun planları, hocaların taktikleri, futbolcuların karakterine uygun oyun yapıları, psikolojik unsurlar, içerdeki ve deplasmandaki maçların farkı, tribün grupları, takım için hizipleşmeler, kolej ruhu, maradona, messi bilirsin de tardelli, basri dirimlili.. metin oktayı duymuşssundur, lefteri, hagiyi baba hakkıyı alex'i.. bi de şey var.. eee.. siz çocukken sizin yapmaya çalıştığınızı yapan sarı ismail abiniz...

Ama sizin aklınızda tek kelime var : şike.. tabi bir de örgüt, vesaire gibi yan unsurları.. Çünkü amacınıza giden yol oradan geçiyor.. Oysa bir maçın kazanılabilmesi için yukardakilerin hepsinin biraraya gelmesi, üzerine sayfalara sığmayacak yüzlerce dinamik eklenmesi...

fena halde hayata benzer futbol, evet.. ve hayat da fena halde ona...
kurallara uygun hareket etmek gerekir saha içerisinde...
sahada görevi olmayanın yeşil alana girmemesi şarttır mesela...
hakemin adaletli olması, kuralları yazıldığı gibi uygulaması...
futbolculara bu kurallara göre davranılması gerekir...
sen kuralı doğru uygulamazsan herkes birbirine ceza keser...
sen sahaya kuralsızca girersen başkaları da girer...

hani demokrasilerde herşey halk için, millet iradesi içindir ya,,,
futbolun milleti de taraftardır işte...
onun vicdanında adil olmayan hiç bir kuralı uygulayamazsın...
sahasını kapatırsın, dışarı atarsın, ama susturamazsın...

en büyük taraftar grubunu baskı altına alırsın, en büyük internet sitesini yanına çekersin...
ama tezahüratı engelleyemezsin...

maratonun köşesini kale arkasındaki büyük grubu susturursun da,
eski açğın altında minderiyle maç izleyen emekliyi hesaba katmazsın...

yeni başlayan biri için bu kadar bilgi yeter.. fazlası kafa karıştırır...
ama futbol zor oyundur abiler, bilesiniz...
bugün güneşli havada izlemeye niyetlenirsin de,
yarın karda kışta aynı gücü bulamayabilirsin...
futbol zor oyundur abiler, bilesiniz...
tuttuğun takım liderken mutlu olursun da,
allara düşünce de sevmeyi direnmeyi öğnermelisiniz...
futbol zor oyundur abiler, bilesiniz...
masadan sandalyeden kolay görünür de,
bi maçın tamamını çıkarabilmek için güçlü nefes ferekir,, çok güçlü..

ve futbol abiler...
aslında iki devreli oynanır...
ilk yarıyı önde bitirdin diye gevşersen,,,
ikinci yarı perişan olursun...
önümüzdeki maçlara bakacak halin kalmaz...

siz hergün televizyonda oynuyorsunuz da,
gerçeği 9 eylül'de başlıyor...
nefesi yeten herkesi bekleriz...

2 Ağustos 2011 Salı

çocuk...

bu satırların yazarı bir babadır...
ellerinizden öper 18 aylık bir dünya güzelinin babası...
o yüzden sokakta gözü hep çocuklardadır...
bebek arabalarının geçiş yoluna park edenlere söver...
hamile ve çocuklu kadınlara yer vermeyenlerle kavga eder...
hele biri ağlasın hiç dayanamaz... gözleri nemlenir...
üstüne titrer kendi evladının...
ateşi çıksa, yanar, biraz üşüse, donar...
her ana babanın kendi gibi olduğunu bilir...
bu satırların yazarı çocuklara aşıktır...
hiç yılmamalarına, hep yeniden denemelerine.. pes etmemelerine..
isyanlarına, inatlarına, dediğim dedik hallerine...
bu satırların yazarının gözü bugünlerde hep çocuklardadır...
ve o çocukların üzerindeki formalarda tişörtlerde...
çünkü bugünlerde o formayı en çok giyen o koca yürekli çocuklardır...
abileri ablaları amcaları teyzeleri birer birer çıkarırken çubukluları...
ilk isyan ateşinin ardından la coste yakalara dönerken 5'i bi yerdeler...
çocukların üzerinden hiç eksilmez o formalar...
kimi bu yılın formasını geçirmiş üstüne, mavi beyaz çizgili..
kiminde yanar döner kaleci kazağı...
kimi darağacında olsak bile....... yazan bir tişört...
Allah son sözlerini bize göstermesin...
kimi üzerinde Telsim yazan babadan kalma solgun...
kimi inadna geçen yılın çubuklusu...
bu satırların yazarı meraklıdır...
dinler çocukların kendi aralarındaki konuşmaları...
-oğlum hala mı şikecilerin forması üzerinde lan ?
-düzgün konuş, o formayı bana dedem aldı...
-deden söylemedi mi sana olanları
-dedem öldü benim... söz verdim ona formayı hiç çıkarmayacağıma...
bu satırların yazarı duygusaldır... dalar gider bazen formalı çocuklara...
-noldu apo amca, neden bakıyosun ?
-oğlum deniz ne kadar büyümüşsün lan, geçen yaz göbeğime geliyodu boyun.
-formadandır amca...
bu satırların yazarı sulu gözlüdür...
aykut hocasının minik kız çocuğuyla fotoğrafına hiç dayanamaz...
resimdeki güzelliği bulunuz diye sorsalar...
ağlar konuşamaz...
bu satırların yazarı gazeticidir aslında...
duygularını kaybedeli yıllar olmuştur belki...
nice şehit haberleri, nice ölümler, nice krizler, savaşlar görmüştür...
ama bi tek çocuklara dayanamaz...
bir de çocuklarına ağlayanlara...
bugünlerde ne çok gözyaşı görmüştür...
ne çok gözyaşı dökmüştür...
başını kaldıracak hali olmamıştır kimi zaman...
ama o çocukların başı hep yukardadır...
masumiyet karinesi bilmez onlar...
onlara göre herkes masumdur çünkü...
şike, siyaset, cemaat, savcı, polis, sızdırma falan filan...
-baba bana yeni formalardan alsana...
düz, samimi, içten...
o çocukların gözlerinde de hüzün var bugünlerde...
buğulu buğulu bakıyorlar...
ama forma hep üzerlerinde...
dikkatli bakın sizde...
daha sekizinde kimi, kimi 15ine girmek üzere...
kimi çakmak çakmak mavi gözlü sarışın...
kimi sümüklü küçük esmer...
kimir bir otobüsün güneş gelen arka köşesinde ter içinde uyuyakalmış...
kimi laf yarıştırıyor koca koca adamlarla...
çünkü onların yüreğindeki Fenerbahçe kirlenmez...
çünkü onlar koşulsuz sever...
çünkü onlar yine yenilse yine dener...
çünkü onlar her sabah uyanmaz, yeniden doğar...
çünkü onlara babadan miras bir sevdadır Fenerbahçe...
34 hafta şeref tribününde, televizyonlu localarda, numaralı koltuklarda oturan amcaları susarken...
babasının yanına sıkışıp turnikeden geçen bu ateş parçaları susmaz...
çünkü onlar çıkarsız karşılıksız tertemiz dümdüz sever...
bu satırların yazarı çok acı gördü hayatında...
sevdiklerini kaybetti...
bazen umutlarını...
ama içindeki çocuğu hiç öldürmedi...
bu satırların yazarı başınızı ağrıttı yine...
şimdi müsaadenizi ister...
çocukları bekler çünkü...
çocukları mı dedi ? hani bir kızı vardı ?
yok yok ötekini zaten öteden beri biliyorsunuz diye söylememiştir...
iki çocuk babasıdır bu satırların yazarı...
biri 18 aylık ela... ellerinizden öper...
öteki ela'nın çubuklu kardeşi...
Fenerbahçe'si...
Sözün özü aşağıdadır...
Bu satırların yazarı için Fenerbahçe budur...
Bir gün çocuklar kadar yürekli olabilirse...
Başka şeyler de söyler belki...
Gönül gözünüz hiç kapanmasın...
Son söz yine hocaya gelsin...
Sen bizim sıcacık gururumuzsun...