24 Şubat 2011 Perşembe

seri katil...

"Bu işten en fazla kim çıkar sağlıyor ?"
"Cinayetler arasında bir bağlantı var mı?"

Efendim doğum yılının üçüncü hanesinde 7 yazanlar olarak bu cümleleri duyarak büyüdük.. Amerikan filmlerinde dedektif ya da FBI abileri olay mahalline gelir, incelemesini yapar ve sonra jaluzisinden kenti panaromik olarak gözler önüne seren büroda bu sorulara yanıt arar.. En çok da Agatha Christie roman uyarlamalarında çıkar karşımıza..

Dünya haritasını düz olarak masaya koyduğunuzda tam ortanın altına denk gelen bölümler yanıyor bugünlerde.. 30 yılda olmayan accayip şeyler birkaç hafta içinde oldu, oluyor...

Ülkesinde kendinden habesiz kuş uçmadığını düşünen kelli felli, allı güllü liderler birer birer alaşağı ediliyor..

Televizyonlarda binbir uzman şudur budur, teknolojinin gelişimiyle birlikte yıllardır baskı altında tutulan toplumların kontrolünün güçleşmesi filan diye anlatılıyor.. Kimi de büyük ortadoğu procesi filan tarihi süreçten alıyor getiriyor.. Ülkelerin geçmişine bakmadan bugününü........ vesaire...

Uzun izadıya tartışacak bir şey yok.. Yukarda iki soru var.. Biriniz Hercules Poirot olun, diğeriniz Sherlock Holmes, üçüncü arkadaşınız da Dedektif Mathews,, sonra daha yakından bakın.. Ve o soruları kendinize sorun...

Bendeniz halkın kendi hakkı için mücadele etmesini, müthiş destekleyen bi kişi olarak, tüm bölge insanının aynı hafta bilinçlenmesini çok şairane buldum.. Ne güzel dii mi, yan ülkedeki insanlar isyan ediyo,, hooop "hadi biz de edelim madem. bak yapan nasıl da yapıyor" diyorsunuz veeee al sana devrim... ne mutlu...

siz cevabı düşünürken bi yakın anımı paylaşayım.. geçen takside radyo dinleyerek gidiyorum.. taksiciyle radyo dinliyoruz ama muhabbet yok.. dünya tarihinin en fazla iz bırakan seri katili demişim kendi kendime.. tam o sırada kaddafi'nin petrolle ilgili tehdidini anlatıyodu spiker arkadaş... taksici bana döndü "...na koyaydım isyanlarının abi" dedi, "mazota yine hayvan gibi zam geldi"...
yaşşa be kardeşim dedim... buldum.. katil mazot !

21 Şubat 2011 Pazartesi

ayıp...

"yaz günüydü, annesinin giydirdiği pembe küçük body bacaklarını tamamen açıkta bırakmıştı.. üstelik body kolsuz olduğu için daha da çekici bir hal almıştı...."
tiksindim daha fazla devam edemeyeceğim ama eğer zaman yazarı arkadaşın süper zeki tezi doğru olsa muhtemelen izmir'de bebeğe tecavüz eden hayvanlar kendini böyle savunurdu...
önce ilahiyat profesörü çıktı tecavüze uğrayan, pardon taciz edilen kadınlarla ilgili zekice tespitlerini sıraladı..
sonra dedik ki, arkadaş kadına böyle yazılır mı, ayıp sen nasıl profesörsün ?
bakınız şimdi de zaman yazarı bulaç abimiz profesöre açık destek vermiş...
üstelik destek yazısında profesörü eleştirenlerden "malum kesim" diye söz ediyor...
önce şunu soralım : malum kesim derken neyi kast ediyorsunuz bulaç efendi ?
dinsizler mi, tecavüz karşıtları mı, ileri demokrasiyi sindiremeyenler mi, yoksa kadınların insan gibi yaşamasını isteyen cahiller sürüsü mü ?
ve asıl soru
bulaç bey buyurmuş ki ; profesörümüz haklı, bir erkek çıplak kadın bedeni görünce cinsel arzu duyar.. kadınlar örtünürse bu arzu ortadan kalkar..
nefis tespit.. üstelik kaynağı da modern psikoloji...
yani saçı kazıt ve hiç uzatma kepek olmasın diyorsunuz..
güzel diyorsunuz da,,
izmir'de 6 aylık bebeğe tecavüz eden hayvan arkadaşların durumunu da modern psikoloji ve örtünme kavramlarıyla açıklayabiliyor musunuz ?
ya da yurtlardaki erkek çocukların uğradığı istismar almt pijamalarını sıyırmalarından olabilir mi ?
siz baba değil misiniz ?
yazdıklarınızı okurken çoluğunuz çocuğunuz aklınıza gelmiyor mu ?
tamam anladık..
topluma örtünmenin gereğini anlatıyorsunuz..
biz yanıtla debelenirken siz çoktan istediğiniz beyinlere ulaşmış oluyorsunuz..
tamam anladık
daha büyük bir planın küçük taşlarını döşüyorsunuz..
iyi de bunu niye insanların haysiyeti üzerinden yapıyorsunuz ?
neden dünyası karartılmış insanlara yerde tekme atmaya çalışıyorsunuz ?
hepsi hepsi bir yana
bu konuyu nasıl getirip başörtüsüne bağlayabiliyorsunuz ?
ve soruşturmanın sonucunu hangi sıfatla bekliyorsunuz ?
yargıya ne mesajı gönderiyorsunuz ?
size değil de hepimize soruyorum müsaade ederseniz...
biri size tecavüz etse onu da bilimsel olarak açıklayabilir misiniz ?

19 Şubat 2011 Cumartesi

dekolte...

defne dekolte giyiyor muydu acaba ?
yaşarken tacize uğradı mı bilmiyorum ama gittikten sonra çok taciz edildi malum...
evliyken başka bir erkeğin evinde son nefesini vermek de dekolte giymek gibi suçluluk durumu yaratır mı ?
bir yanda türkiyenin en çok okunan yazarlarından biri konuşuyor..
tek allah duası almamış duayen kişi..
defne joy'a su testisi diyor...
naptın abi demeye kalmadan
ilahiyat profesörü çıkıyor dekolte giyen kadın tecavüze uğrarsa o da az suçlu değildir buyuruyor..
sonra pardon...
tecavüz dememiş taciz demiş...
yani memesinin çatalını gösterirse bir kadın yalnız ve güzel ülkemizde
adamlar da onu taciz ederse...
kadın da ortakmış bu hayvanlığa...
merak ettim ben ikisini üst üste koyunca...
özgürlüklerin savunucu hıncal uluç ne düşündü acaba dekolte haberlerini okurken ?
ya bu ne hocam mı dedi mesela içinden ? isyan mı etti ?
kadını koyduğu yere bakılırsa altına imza atmalı gibi geldi bana...
asıl mesele sevgisizlik demiştik ya...
öyle işte...
hıncal bey tek tabanca malum...
hocamızın 5 çocuğu varmış ama...
saçının teline zarar gelsin istemez hiç birinin muhtemel...
bende bi tane var ellerinizden öper... her telefonda içim titriyor..
afedersiniz; kakasını zor yapsa gözüm yaşarıyor...
sizin hiç içiniz sıkılmıyor mu be abicim insanlara böyle şeyler yazarken
töre yüzünden kızını kardeşini öldüren yengesiyle evlenen adamdan farkınız ne ?
hocamız dar giysi, parfüm filan diye devam etmiş de onlara girmeyeyim artık...
ortadaki feverana bakıyorum, dindar laik vesaire...
millet girişmiş yine birbirine...
oysa burada mesele insan...
ilahiyatçı hocama sorarım ben;
kul hakkı nedir bildin mi orhan hoca ?
dekoltenin beynamazlığın affı var da
kul hakkının var mı, bize bi anlat hele...
ya da
sen, şu malum vakitçi, hıncal abi, biraraya gelin
size bir sınav yapsın dekolteliler...
din kültüründen geçersiniz de
bakalım ahlak bilgisinden kaç alacaksınız !

18 Şubat 2011 Cuma

öteki...

küçükten başlar ötekinin acısına sevinmeye bu toprağın insanı...
karşı mahalledeki çocuğu annesi dövünce gülerek izler, bildiğin keyif alır..
ertesi gün de dalga geçer...
sonra öğretmen arka sıradaki çocuğu pataklar...
o çocuğu sevmeyen kim varsa dudağının bi kenarı aşağı kayar hafifçe...
büyür sonra çocuklar...
iki renge gönül verir taraftar olur...
polis maçta rakip tribüne coplarla dalar...
büyük bir alkış kopar...
sonra ooh ooh sesleri gelir dayağı izleyen taraftan..
onbinler sevkle seyreder...
üniversiteye gider her biri...
kimi sağcı olur kimi solcu.. kimi ortada kalır işine bakar...
kampuse girer bir gün polis, alır götürür üç beş solcuyu...
ötekilerin yüzünde lise yıllarındaki o tuhaf tebessüm...
kimin yüreğine ayrılık acısı çöker sevdiği terk edince..
beriki bıyık altından aynen...
sonra meslek sahibi olurlar...
sevmedikleri adam kovulur...
iki çocuğu vardır belki, belki bekardır...
hak etti abi dedikodusu çınlar binanın dört bir yanında...
sonra bir kılıç iner ülkenin üstüne...
ortadan ikiye yarar afrika ülkelerinin sınırları gibi...
sonra küçük yarıda kalanlar,
alınır birer birer evlerinden...
kimi suçludur belki gerçekten
kimine çok şaşırır duyan..
ama önemsizdir büyük yarıdaki için...
ötekidir çünkü götürülen..
annesi döverken gülmüştür daha önce ona
polis dalarken oh çekmiştir...
ha sevgilisinden ayrılmış
ha içeri atılmıştır..
ötekidir o ne fark eder...
zaten ötekiyse kesin suçludur...
bir şubat sonunda biri güler, bir şubat ortasında başkası...
yardım kampanyasına çok katılı ama
birbirini sevmez bu ülkenin insanları...
birbirinin acısını sever...
unutmamak gerek...
mutsuzluğun üstüne mutluluk inşa edilmez...
hem ne demiş adam..
keser döner sap döner...

7 Şubat 2011 Pazartesi

hayat...

bu satırları okurken, düşünürken, kızarken, gülerken, ağlarken, hata yaparken, yalan söylerken, uyurken, koşarken, izlerken, kin tutarken, şarkı söylerken, dinlerken, dinlenirken, yazarken, susarken yaptıklarının tamamıdır hayat...
aldığın nefeslerin bütünüdür aslında.. her biri için tek tek şükretmen gereken nefeslerin... kime niye nasıl neden farketmez; değer bilmedir işte...
aynı hissiyatla isyan etmektir bazen... madem nefes kadar önemlidir bir saniyesi bile çalınmamalıdır çünkü sizden...
ve aynı şekilde sabretmektir saniyeden bin kat fazlasını eşe dosta doyasıya harcarken...
hissetmektir, hissettiğinin farkına varmak ama ona çok takılmamaktır.. önüne bakmaktır, arkada bıraktıklarını unutmadan ama onlara bağlanıp kalmadan...
amerikaya küçük ülkeleri eziyor diye isyan ederken var olan gücünle senden daha güçsüzleri ezmemektir örneğin...
taksiye para vermenin taksiciyi satın almak olmadığını bilmektir...
daha önemlisi bunu maharet saymamaktır...
ertelememektir hayat... yapmak istediklerini korkularının arkasına saklamamak...
ama yüreğin öyle diyorsa hepsini bir kenara bırakabilmektir yeri geldiğinde...
bu yeri gelmenin ne olduğunu eşşek gibi bildiğini kendine itiraf etmektir daha önemlisi...
vicdan denen arkadaşla sohbet etmektir..
empati ile dost olmak...
anlamak değilse bile anlamak için elinden geleni yapmaktır..
filmin senin olduğunu, başrolde oynadığını bile bile tüm rollere saygı duymaktır...
sadece sıcak bir günaydındır, en samimisinden...
accayip acıdır bazen... accayip acıtır....
hüzündür kulaklıktan dramatik melodiler yükselirken...
kaybettiğinde fena halde hüzündür...
bulduğunda sevinç gözyaşı...
evet tamam... yerleşikliğe alıştıkça cesur adımlar atmaktan korkmaktır kimi zaman... paradır, şöhrettir, egodur...
bekara karı boşamak kolay'dır eskilerin deyimiyle...
uzuuun uzun yolculuklardır, ve bir o kadar beklemek...
gitmektir vakti geldiğinde ya da gelmeden, belki geçtikten sonra...
kalmak isteyerek ya da götürülmediğinden...
hiç beklemezken yenmektir en güçlüyü...
iç sahanda puan kaybı umulmadık anda...
reklamda gördüm, paranın satın alamayacağı şeylerdir günün bazı vakitlerinde
indirim dönemlerinde falan kart...
beden dersi gibidir bazen akıcı...
3-5 nöbetine benzediğinde hiç çekilmez.. süner..
direksiyonda otururken yayayı, karşıya geçerken sürücüyü anlayabilmektir...
çok özlemektir be abicim...
kavuşamamak bazen, ya da vuslat anında hasretin bitişine ağıt yakmak...
kimse beni sevmiyor korkusunun arada bir uğramasıdır sana..
ya da çok sevilirken umursamamak...
her akşam ders alıp her sabah unutmaktır...
dengeli beslenme programıdır bir türlü uyulmayan...
dondurmalı profiteroldür dayanması güç...
bir fincan kahve içmeden kırk yıl hatır saymak mesela...
karmaşıktır yahu işte...
onu güzel yapan da budur...
derbi gibi işte...
hiç bir ilişkinin sonu önceden kestirilemez...
sözün özü, bir tebessümdür hayat...
içerdeki yavrucağın bir kez gülmesi uğruna feda edilebilecek
ama onun için her gün yeniden yaşanmak istenecek...
kendimi durdurmazsam 350 yıl aralıksız yazabilecek kadar çok olmasıdır anlatılacakların...
ama bir yerde durmaktır...
e herkes kendi hikayesini eklesin işte demektir...
mesele açık ve nettir aslında...
kendi hikayenizi filmde izleseniz bayılırsınız dostlar...
içindeyken kıymetini bilin...
lennon benden çok önce söylemiş...
hayat biz gelecek için plan yaparken başımızdan geçenlerdir...
son söz :
i'm not william wallace.. but doesn't matter.. i still can fight for you...

6 Şubat 2011 Pazar

rıdvan...

bir an benim de kalbim durdu.. öylece bakakıldım bilgisayar ekranına.. haber siteleri senin kalp krizi geçirdiğini yazıyordu.. nerelere gittim geldim bilemezsin son durumunun iyi olduğunu okuyana kadar...

ne kadar insanın çocukluk kahramanı olduğunu tahmin bile edemezsin.. sevildiğini bilirsin ama posterine sarılarak uyuyanların sayısını sen de kestiremezsin..

taştan kaleli yıllardı daha.. sen gelene kadar hepimiz orlon formaların arkasına 10 numara yazdırırdık.. peleydik maradonaydık hepimiz.. cemildik... ama her yer 8 numarayla doldu senden sonra.. gerektiğinde yumruklaştık birbirimizle olmaz 8 numara benim diye.. okul takımında ve amatörde de hocaya yalvarıp 8 giydim ben biliyor musun ? hala formalarımın arkasına geronimo yazdırırken rakam hep aynıdır sekiz.. uğurlu sayın ne diyenlere ne kızılderili astrolojisine göre yanıt verdim, ne başıma gelenlerin yorumlamasıyla.. 8 dedim hep.. sadece sekiz...

senin gibi futbolcu gelmedi biz yaşarken.. kimse bu kadar hızla giderken yön değiştiremez, içeri kat edemez derdi spikerler, araba bile bu kadar çabuk hızlanamaz diye eklerdi bir başka yorumcu.. sen koşarken tribün ilk harekete geçtiğin yerden itibaren meksiko yapardı her atakta.. minderli amcalar top sana gelir gelmez ayağa fırlardı çünkü.. evden sarılıp gelen dolmalar ve kuruyeşim sağa sola saçılırdı ani deparlarında.. ama bu yüzden çok sevmedik ki biz seni.. çok gol attığın, en hızlı koştuğun için hayranın değiliz ki ? özel hayatın da hiiç umrumuzda olmadı.. sakat sakat oynamaların da değil bugüne kadar hiç unutmamamızın nedeni.. güzel aamsın be rıdvan abi.. en güzel yanı bu işte.. ne adli iddialar sarsar bu hayranlığımızı ne başka bi şey.. bazı adamlar ne yapsa güzeldir.. yoksa rahmetli anneannem niye ağlasındı ki, şeytan demesinler bizim oğlana diye..

sen değil misin teknik direktörlüğü sırf Fenerbahçe zarar görmesin diye namağlup durumdayken bırakan ? Sen değil misin fenerli olmayanlara da kendini sevdiren ? Sen değil misin başkasında tüm maçların en ince ayrıntılı görüntüleri olduğu halde kelle kadraj konuşup tüm türkiyeye dinleten ? Tüm bunlar biraz hızlı koşmayla olur mu sanıyorsun ? Sen bizim için futbolun hala solmayan gülen yüzüsün..

Sen bizim çocukluğumuzsun Rıdvan abi.. Senin kalbinin teklemesi demek bizim damarların sıkıntıya girmesi demek.. Stent midir ne halttır, iyi baksın sana.. Dikkatli mi yiyecen, dikkatli mi spor yapacan orasını bilmem abi.. Ben Samsun'da seni otelde görecem diye komi, garson, aşçı kılıklarına boşuna girmedim abi.. Bizi bırakıp hiç bi yere gidemezsin..

Bak şimdi Altay'a attığın o accayip golü izliyorum mesela zihnimde, sonra sparta maçında o karşı karşıyayı kaçırıyorsun ama kızmıyorum hiç.. Çabuk kalk sahaya dön abi.. Sen olmadan ne futbolun tadı olur ne hayatın.. Sen hafızamızın güzel yanısın.. Unutmadan.. 4-3ün cd'sni verecektim sana bak, hala uygun günü ayarlayamadın.. Senden haber bekliyorum.. Haydi...

5 Şubat 2011 Cumartesi

hıncal...

asıl mesele ne biliyor musun ? sevgin yok senin... üstelik sanıldığı gibi taş kalpli filan da değilsin.. sorun ciğerlerinde.. onların ederi 5 parayı geçmiyor.. mesele bu..

aslında tanışmıyoruz pek.. asansörlerdeki suratsız yolculukları saymazsak.. o nedenle sen ben değil de sayın uluç diyeyim..

hani türkiye defne için üzülüp şuurunu kaybetmişken acılı kocayı düşünmek bir tek sizin aklınıza geldi ya sayın uluç.. kendimi o arkadaşın yerine koyasım geldi.. o hislerimi anlatırım ama önce bir sorum var : peki siz o havalimanında acıdan dermansız düşüp tekerlekli sandalyeye sığınan anneyi düşündünüz mü hiç ? bir buçuk yaşındaki lavrusuna dertlenmişsiniz ya defne'nin, o annenin gözünde, kaç yaşında olduğunu biliyor musunuz rahmetlinin.. rahmetli diyorum bakın, daha sizin yarı hayatını yaşayamadan göçüp gitmiş bir kadın ama 30'unu bitirmiş.. yine de annesinin gözünde 1 yaşındaydı hala biliyor musunuz ? hala o ateşler içinde uyandığı gecelerdeki kadardı.. hala saçına dokunmaya kıyamayacak kadar bebekti..

çok uzak dii mi bu his size.. birini sevmek.. biri için fedakarlık yapmak.. bu kadın bir buçuk yaşına kadar bu bebeği büyütebilmek için neler yapmış diye düşünme zahmetine bile katlanamazsınız bu yüzden.. sizin için insan yok çünkü, konu var, malzeme var..

o annenin yerine koyamazsınız kendinizi dii mi hıncal bey ? peki o empatik yaklaştığınız ilker bey olabilir misiniz ? hayatınızda tüm türkiye sizin için accayip şeyler düşünürken böyle dik durabilmişliğiniz var mı mesela ? yoksa sizin şürekadan eren bey gibi ne var ne yok ortaya mı dökerdiniz ?

siz hiç töre yazısı yazdınız mı hıncal bey ? töreye lanet yağdırdınız mı mesela ? o töre uygulayan adamlarla kendinizi kıyaslar mısını mesela şimdi ? karı kız peşinde ölen adamlar için neden böyle yazmıyorum da defne'nin mezarına kusuyorum diye bi merakınız olur mu ?

bütün bunları bırakın da sizin yerinize ben o kocayla empati kurayım... benim de 1 yaşında kızım var çünkü.. bak düşündüm düşündüm yine ne siz kaldı ne bey.. accayip kafa atasım var sana, "sana ne ulannn" diye bağırarak hem de.. çok acayip... senin gibi bi arkadaş daha var ya.. hani şu vakit yazarı.. al bu yazıyı.. ona okut.. sor bakalım hayatında kimseye bir damla su vermiş mi ? o da sorsun sana aynısını.. bakın bakalım bir testi kadar olabilmiş misiniz ?

4 Şubat 2011 Cuma

günah keçisi...

Sınıfa hışımla girdi, çantasını masanın üzerine sertçe koydu ve elleri belinde bütün sınıfı tek tek süzdü.. Her gözde bir mana arar gibiydi.. En sakin hocamızdı oysa, tuvalete gitmek için izin isteyenlere, sigaranın zararlarını anlatacak kadar da hal yol bilirdi.. Onu böyle delirten neydi acaba ?
“Nooldu hocam, gemiler havuz problemi mi yaşadı” diye bağırdım arka sıradan. Cevap kısa ve netti; sen yaptın serseri, sen ! Ben kimim, neyi yaptım, havuz probleminden hiç  anlamam, hayatımda tersaneye gitmedim..  Ben size ne yaptım vicdansızlar ? diye sesini bir ton yukarı çıkardı.. En zor zamanlarınızda yanınızda oldum, disipline vermem gerekirken affettim, bu muydu karşılığı, bu mu ? derken artık asabiyetine göz yaşlarını da katmıştı.. Hocaların en zor zamanlarını bile gırgır şamataya çevirebilen sınıf donup kalmıştı..
Endişe, merak, korku, panik, dram ve göz yaşı.. Bir Türk dizisinde ne ararsanız sınıfın orta yerinde duruyordu.. Bütün sınıf şoktaydı ama yaşlı gözleri artık sadece benim üzerimdeydi.. Borçla aldım ben o arabayı, daha çocuğum bile bir kez binmedi, hiç mi vicdanının sızlamadı “ ? Cümle baştan aşağı yıkıcıydı da en acayip yanı artık çoğul şahıs durumunun tekile dönmesiydi.. “Ne arabası, sizin çocuğunuz mu var ? niye bindirmediniz ? ben bu hikayenin neresindeyim ? sorular arka arkaya beynimden yollandı ama ağzımdan çıkaramadım.. Sükut ikrardan gelir aşamasına bir kala tek kelime edebildim : Ne ?
Sadece “ne” diyebilmiştim gerçekten.. Türev, integral, logaritma, benim için hepsi anlaşılmaz kavramlardı ama matematik hiç bu kadar karmaşık olmamıştı.. Sınav yapıyosa sıfır aldım demekti.. Gözlerini üzerimden çekmiyordu.. Sözlere dayanabilirdim ama gözler çok ağır konuşuyordu.. Yük artınca, dilim çözüldü; hocam ne far kırması, ben sizin arabanızın olduğunu da durduğu yeri de bilmiyorum” diye çıkıştım.. Bunları disiplin kurulunda anlatırsın, bugün ders mers yok, dedi aldı çantasını gitti..
Sınıfta 32 kişi, yani 64 göz aynı anda bana bakıyordu.. Adını dokuza çıkarmanın en zor yanı buydu işte, o an sekiz benim için çok uzak bir rakamdı.. Bir tek Tarık “ne arabası kırması lan, biz bu adamla okul çıkış Muhit’e gittik” dedi.. Bu kıraat mekanı da ne kutlu bir yerdi, ilerde beni defalarca kurtaracaktı.. Ama bu kez faydası olur muydu ?
Akşama kadar disiplinden gelecek çağrıyı bekledim.. Arayan soran olmadı.. Ama zihnimde onlarca kez disiplin kurulu yapıldı.. Hepsinde suçlu ilan edildim.. Hocalar yüzüme tiksinerek bakıyor, zaten senden başka bir şey beklenmezdi, hiç adam olmayacaksın diyordu..
Bu işi çözmeliydim.. Sağa sola gidip biraz araştırma yaptım.. Elimde tek veri vardı..  Matematikçi arabasını yatakhanenin önündeki boşluğa park ediyordu..
Okul çıkışı üstümü değiştirmeye yatakhaneye giderken kafamda şimşek çaktı.. Yatakhane yolunu sadece yatılılar kullanıyordu.. Arka kapıdan girip çıkmak o zamanlar yasaktı.. Bu işi yapan yatılı birileri olmalıydı.. İhtimal 1700’den 200’e inmişti.. Yine de hala bir gecede çözülmek için fazla ağır bir problemdi.. Hoca çok kazık sormuştu.. Ama her sorunun bir çözümü vardı.. Matematik değilse bile hayat sürprizlerle doluydu.. 
Üstümü değiştirdim, kafeteryaya gittim.. Olay duyulmuştu.. Herkes saçma sapan sorularla üstüme geliyordu.. İçlerinden biri “lan kadın arabayı alalı bir hafta olmadı, ağlar tabii” dedi.. İkinci ışık o anda yandı.. Hoca arabayı yeni almıştı.. Bu kadar hızla yapılan bir eylem organize olamazdı.. Hoca birinin kafasını fena bozmuş olmalıydı.. Kafeteryadan hızla fırladım..  Okul kapısı geçiş yolu olduğundan açıktı ama öğretmenler odası kapalıydı.. Doğrudan yatakhaneye gittim.. Etüde hazınlanan çocuklara tek tek dün matematik dersi olan var mı diye sordum.. Hocanın ders verdiği sınıfları tek tek buldum.. Sadece bizim bir alt sınıftan birine öğleden sonra ders yapmıştı..
O sınıfta kimler olduğunu bulmam hiç zor olmadı.. Listedeki iki isim benim için şimşek ya da ışık değil işaret fişeğiydi artık.. Son ders yapılan sınıfta yatakhanenin çarşambalı haylaz adaşları vardı..
Tek atımlık barutum vardı.. İkinci bir araştırmaya kafam basmayabilirdi.. Matematikçi nasıl hışımla girdiyse bizim sınıfa şarşambalı haylazların odasına öyle daldım.. Kapıyı sertçe ittim, doğrudan ikisinin üzerine yürüdüm ve tek cümleyle darbeyi vurdum : neden parçaladınız lan kadının arabasını ?
Abi biz kimsenin arabasına bir şey yapmadık cümlesi eş zamanlı gelince hiç şüphem kalmadı.. Bakın dedim, kadın geçen hafta yazılıda bana düşük not verdi, tartıştık, şimdi suçu bana attı, disipline verdi.. Ama ben sizin yaptığınızı biliyorum.. Hocayla konuşup meseleyi ört bas ederim, eğer itiraf etmezseniz disiplin kurulunda adınızı veririm, okuldan atılırsınız..
Bizi aşağıladı abi dedi gözlüklü olan.. Ben odaya girerken ağzına attığı kurabiyeyi hala yutamamıştı.. Boğuk boğuk konuşuyordu.. Eğer doğru söylemeyeseydin o kurabiyeleri haftaya sadece evde yiyebilirdin diyip çıktım odadan..
Çocuklar kahvaltıda yanıma geldi. Ne yapacaklarını anlattım.. İlk tenefüste doğrudan öğretmenler odasına gittiler ve aslında sınıf öğretmeni olması gereken, önce annelik diyen hocamızın vicdanına konuştular.. O da bir anneydi, daha 15 yaşında iki çocuğun gözü yaşlı konuşmasına dayanamazdı.. Öyle de oldu.. Ne de olsa farkında olmasa da çocukları arkadaşlarının önünde ezmişti.. Tek atımlık barutu doğru kulandığım gibi çocukları kurtarmanın formülünü de anında bulmuştum.. Bazen insan hissiyatından anlamak sorunları çözmek için yeterli olabilirdi.. Bu cümlenin anlamını belki de üç vakte kadar daha iyi anlayacaktım..
O gün öğleden önceki  son saat matematikti ama hoca yazılı yapacaktı.. şimdi benim için zafer zamanıydı.. Defalarca hocalardan azar işittiğim sınıfın ortasında iadei itibar töreni yapılacaktı.. Hoca benden nasıl özür dileyecek acaba, diye merakla karışık bir vakar halindeydim..
Sınıfa girer girmez çantasını bile kolundan indirmeden kağıtları dağıtmaya başladı.. Benim önüme geldi, gözümün içine baktı, evet buyrun sizi dinliyorum bakışı attım.. Sadece bir tebessümle yanıt verdi : suçluları bulacağını biliyordum” dedi..
Aklım dondu.. Dünkü gözyaşlarından o ana kadar olan herşey üzerime yığıldı.. Ağzımı bile açamadım..
Okul tarihinde ilk kez tufaya düşmüştüm.. Kimseyi disipline verdiği yoktu.. Üstelik benden hiç şüphelenmemişti.. Yatakhanenin önünde olduğu için yatılılardan biri olduğunu anlamış ve gerisini bana bırakmıştı..
Kağıdı önüme koyup gitti.. Matematik çok acayip bir dersti.. Sorulara bakmadım bile, dakikalarca kağıtla oynadım, evirdim çevirdim, sonra kalemi aldım tek cümle yazıp hocaya verdim, okudu,  gülümsedi, çıkabilirsin.. dedi.. Kağıtta “en faydalı dersiniz bu oldu” yazıyordu...