25 Kasım 2020 Çarşamba

Diego…

 

Maradona, Maradona, Maradona, Maradona…

Bazen daha çok ama hiç daha az değil. 

Her çalımda adını tekrarlaya tekrarlaya.

Üzerimizde pazardan alınmış arkasına annelerimizin numara diktiği formalar.

Her birimiz Türkiye’de başta takım tutuyoruz, üzerimizde renkler farklı.

Ama her çocuğun dilinde tek bir isim var, her çalımda aynı haykırış; Maradona.

Herkesin aklında İngiltere maçı.

Önce orta sahadan başlayıp kaleciye varana kadar herkesi tek tek çalımladığı, benzeri olmayacak o gol.

Sonra Tanrı’nın eli…

Bana sorsan Belçika maçındaki ikinci gol.

Tüm defansı hallaç pamuğu gibi attıktan sonra kalecinin yanından bıraktıktan sonrası.

Top ağlara giderken Maradona’nın gol sevinciyle koşarken ha düştü ha düşecek dediğimiz an toparlanması.

Hayatının özeti.

Ha düştü ha düşecek derken ayakta kalıp koşan.

Dünya kupalarını bekleme nedenimiz.

Tam maç gidiyor, Maradona ortada yok, derken bir yerden çıkıp her şeyi değiştirmesi gibi.

O zamanlar futbolun bir numaralı ülkesi İtalya’da tarihi tek başına değiştirmesi gibi…

En iyilerden kurulu takımlara karşı, Napoli’yi omzuna alıp taşıması gibi.

Bir kentin, bir insana, dünya kupasında kendi ülkesi İtalya’yı tutmak yerine Arjantin tezahüratı yapacak kadar tapması gibi.

Uyuşturucu mafyasının kucağında gün gün sönerken, her güneşle yeniden doğması gibi.

Bazen 6 defans oyucusuna karşı tek başına.

Bazen koca bir futbol dünyasına karşı.

Bazen bir ülkeye topluca salsa yaptıracak kadar neşeli,

Bazen daha maçın başında tekmeyi basıp gidecek kadar öfkeli.

Bazen tek başına kalabalık, bazen yüz milyonların ortasında yalnız.

Ama hep aynı Diego, hep aynı Diego.

Tarih boyunca kıyaslandığı yıldızlar gibi sistemle kucaklaşmak yerine, hep asi.

Soluyla mucizeler yaratıp, hayata soldan bakan,

Fidel’in dostu, Ernesto’nun sevdalısı.

Sahada da hayatta da sistemle barışmayan, hep tek başına kalan adam.

Küçüklüğünde sokakları stada, büyüdüğünde en büyük statları sokağa çeviren haylaz.

Kızlarını koltuğunun altına alıp kendi adına yazılmış şarkıyı haykırarak söyleyen,

Hem ağlayan hem ağlatan koca çocuk.

İngiltere’ye attığı golü elbette biliyorsunuz ama,

Meksika’da ikinci liginde antrenörlük yaptığı günlerin belgeselini izlediniz mi,

İzleyin.

Artık adım atamayacak kadar şişmanlamış, hasta, kalbi tekleyen aksi bir ihtiyar,

Ama hala futbolu çocukluğundaki gibi seven bir ruh hastası.

Kendisine küfür eden rakip taraftarın üzerine yürüyen bir kopuk.

Yine de pes etmeyen, ayağını yerden kaldıramazken bile tenis topunu gökyüzüne kadar atıp tutabilen bir fizik ötesi gerçek. 

İlahlaştıranları, adına kilise kuranları, nikah törenlerinde ona dua edenleri hiç anlatmayacağım size,

Ama onu bir futbolcu gibi hatırlamamanızı isteyeceğim sizden.

Adını haykıra haykıra sokaklarda koşan çocuklar orta yaşlarında bugün.

Çok yıldızlar gördüler ondan sonra,

Messiler Ronaldolar Neymarlar.

Tiki takalar, önde basmalar, yepyeni sistemler, istatistikler, pierolar.

Ama sonra gidip eski kayıtlardan Brezilya maçında Canigga’ya atttığı pası bulup izlediler.

Napoli’de maç öncesi müzik eşliğinde top sektirirkenki haliyle neşelenip,

Hastaneye tedaviye giderken çekilen görüntülerine ağladılar.

Bu akşam dünya tarininin en büyük futbolcusu değildi ölen, futbolun kendisiydi.

Annesi defalarca çağırmasına rağmen arsada plastik top kovalamayı bırakmayan çocukların içinde bir şeyler koptu.

Başka kimseyle değil birbirleriyle konuştular.

Küfürlü, isyanlı konuşmalar.

Tam da Maradona gibi.

Bundan sonra yine foller atılacak modern statlarda.

Yeni yeni yıldızlarımız olacak.

Yüz milyonlarca euroluk büyük yıldızlar.

Büyük yetenekler olacak gerçekten, büyük emeklerle büyük disiplinle oralara gelmiş adamlar.

Ama başka Maradona olmayacak.

O Maradona düşlerimizde yaşamaya devam edecek. 

Siz hepiniz, o tek…