Bobby...
büyük reis
14 Eylül 2021 Salı
25 Kasım 2020 Çarşamba
Diego…
Maradona, Maradona, Maradona, Maradona…
Bazen daha çok ama hiç daha az değil.
Her çalımda adını tekrarlaya tekrarlaya.
Üzerimizde pazardan alınmış arkasına annelerimizin numara diktiği formalar.
Her birimiz Türkiye’de başta takım tutuyoruz, üzerimizde renkler farklı.
Ama her çocuğun dilinde tek bir isim var, her çalımda aynı haykırış; Maradona.
Herkesin aklında İngiltere maçı.
Önce orta sahadan başlayıp kaleciye varana kadar herkesi tek tek çalımladığı, benzeri olmayacak o gol.
Sonra Tanrı’nın eli…
Bana sorsan Belçika maçındaki ikinci gol.
Tüm defansı hallaç pamuğu gibi attıktan sonra kalecinin yanından bıraktıktan sonrası.
Top ağlara giderken Maradona’nın gol sevinciyle koşarken ha düştü ha düşecek dediğimiz an toparlanması.
Hayatının özeti.
Ha düştü ha düşecek derken ayakta kalıp koşan.
Dünya kupalarını bekleme nedenimiz.
Tam maç gidiyor, Maradona ortada yok, derken bir yerden çıkıp her şeyi değiştirmesi gibi.
O zamanlar futbolun bir numaralı ülkesi İtalya’da tarihi tek başına değiştirmesi gibi…
En iyilerden kurulu takımlara karşı, Napoli’yi omzuna alıp taşıması gibi.
Bir kentin, bir insana, dünya kupasında kendi ülkesi İtalya’yı tutmak yerine Arjantin tezahüratı yapacak kadar tapması gibi.
Uyuşturucu mafyasının kucağında gün gün sönerken, her güneşle yeniden doğması gibi.
Bazen 6 defans oyucusuna karşı tek başına.
Bazen koca bir futbol dünyasına karşı.
Bazen bir ülkeye topluca salsa yaptıracak kadar neşeli,
Bazen daha maçın başında tekmeyi basıp gidecek kadar öfkeli.
Bazen tek başına kalabalık, bazen yüz milyonların ortasında yalnız.
Ama hep aynı Diego, hep aynı Diego.
Tarih boyunca kıyaslandığı yıldızlar gibi sistemle kucaklaşmak yerine, hep asi.
Soluyla mucizeler yaratıp, hayata soldan bakan,
Fidel’in dostu, Ernesto’nun sevdalısı.
Sahada da hayatta da sistemle barışmayan, hep tek başına kalan adam.
Küçüklüğünde sokakları stada, büyüdüğünde en büyük statları sokağa çeviren haylaz.
Kızlarını koltuğunun altına alıp kendi adına yazılmış şarkıyı haykırarak söyleyen,
Hem ağlayan hem ağlatan koca çocuk.
İngiltere’ye attığı golü elbette biliyorsunuz ama,
Meksika’da ikinci liginde antrenörlük yaptığı günlerin belgeselini izlediniz mi,
İzleyin.
Artık adım atamayacak kadar şişmanlamış, hasta, kalbi tekleyen aksi bir ihtiyar,
Ama hala futbolu çocukluğundaki gibi seven bir ruh hastası.
Kendisine küfür eden rakip taraftarın üzerine yürüyen bir kopuk.
Yine de pes etmeyen, ayağını yerden kaldıramazken bile tenis topunu gökyüzüne kadar atıp tutabilen bir fizik ötesi gerçek.
İlahlaştıranları, adına kilise kuranları, nikah törenlerinde ona dua edenleri hiç anlatmayacağım size,
Ama onu bir futbolcu gibi hatırlamamanızı isteyeceğim sizden.
Adını haykıra haykıra sokaklarda koşan çocuklar orta yaşlarında bugün.
Çok yıldızlar gördüler ondan sonra,
Messiler Ronaldolar Neymarlar.
Tiki takalar, önde basmalar, yepyeni sistemler, istatistikler, pierolar.
Ama sonra gidip eski kayıtlardan Brezilya maçında Canigga’ya atttığı pası bulup izlediler.
Napoli’de maç öncesi müzik eşliğinde top sektirirkenki haliyle neşelenip,
Hastaneye tedaviye giderken çekilen görüntülerine ağladılar.
Bu akşam dünya tarininin en büyük futbolcusu değildi ölen, futbolun kendisiydi.
Annesi defalarca çağırmasına rağmen arsada plastik top kovalamayı bırakmayan çocukların içinde bir şeyler koptu.
Başka kimseyle değil birbirleriyle konuştular.
Küfürlü, isyanlı konuşmalar.
Tam da Maradona gibi.
Bundan sonra yine foller atılacak modern statlarda.
Yeni yeni yıldızlarımız olacak.
Yüz milyonlarca euroluk büyük yıldızlar.
Büyük yetenekler olacak gerçekten, büyük emeklerle büyük disiplinle oralara gelmiş adamlar.
Ama başka Maradona olmayacak.
O Maradona düşlerimizde yaşamaya devam edecek.
Siz hepiniz, o tek…
24 Haziran 2020 Çarşamba
Obra...
Iğdır belediyesinin önünde bir akşam vakti,
Ya da Ataşehir'de bir lisenin bahçesi...
Ankara'nın sadece mitinglerde dolan meydanları,
İzmir, Edirne, Yozgat, Adıyaman, Hakkari,
Bayburt Bayburt olalı böyle kalabalık görmedi.
Bu topraklarda binlere, onbinlere bir bahar akşamı dev ekranlarda basketbol maçı izlettiren adam.
Yıllar sonra gelen Beyaz Gölge.
Desem ki, biz basketbolu seninle sevdik; Hayır...
Senden epey önce Spor Sergi'nin önünde uzun kuyruklar oluşturduk.
Aliçolar, Efeler, Calvinler, Baba Necdetler izledik.
Çukurova son saniyede yendi bizi, taa orta sahadan yedik, yıkıldık.
Yılmadık, yine gittik.
Tahta sıralara kırarcasına vurduk topuklarımızla;
Bombarasi bombarasi bombombom sarı lacivert güm güm güm...
Abdi İpekçi tavanına kadar çubuklu formayla doldu.
99'un şampiyonu Zalgiris'i perişan ederken oradaydık.
Abdul Rauf, Mcrae, Miliç, Tabak, İbolu kadro da bizimdi...
Şimdi okuyup adını görünce üzülmesin diye ismini söylemediğimiz kazmalar da...
Ama sen başka bir şey yaptın; çok başka bir şey.
Buraya istatiktisklerini yazmayacağım.
Şu kadar kupa, bu kadar final, şöyle zaferler falan.
Onlar tarihte yazıyor zaten...
Ama biz hayallerimizin üzerindeki çatıyı seninle kaldırdık.
Ufka sınırsız bakabilmeyi seninle gördük.
Cumartesi gününden pazara emin olamayan biz;
Kasım ayından mayıs turnuvasına uçak bileti aldık, otel rezerve ettik.
Basketbolu üçlük ve smaçtan ibaret zanneden ben, onlarca seti ezbere sayarım şimdi.
Savunma setinde yerini kaybeden oyuncuya bin kişinin aynı anda bağırması senin sayende.
Bahane üretmeden çalışmayı seninle öğrendik biz.
En önemli turnuvaya en önemli 4 oyuncu yokken ağlamadan gidebilmeyi,
En bariz hakem katliamından sonra rakibinin elini sıkabilmeyi sende gördük.
İş disiplini ahlak mücadele. Çalışmak çalışmak çalışmak.
Hani takımla konuşurken diyordun ya; buraya gelen insanlar sizden tek bir şey bekliyor;
Çıkın ve savaşın, sadece bunu görmek istiyorlar, diye; öyle.
En son umutların öldüğünü sen öğrettin bize.
Son büyük korna çalana kadar mücadeleyi.
En olmadık yerde kısa 5, durup dururken uzun 5,
Hiç oyuna girmeyen bir forvetin üçüncü periyodu domine etmesi.
Ne kadar geriye düşersek düşelim, Ataşehirin koridorlarında birbirimizin gözüne bakıp şöyle dedik;
Obra bir şey yapar.
Çünkü;
Bizi öyle derin bir kuyudan çıkardın ki,
Öyle zor zamanlarda dik tuttun ki bu bayrağı,
Öyle karanlık deryalara fener oldun ki 6 yıl boyunca,
Sen varken bize hiçbir şey olmaz diye düşündük.
Sonra ne mi oldu?
En çok umut bağladıklarımız aldı seni bizden.
Güneşi yeniden doğurmasını beklediklerimizin karanlığında kaybolduk.
Aylarca ilmek ilmek dokunmuş bir yıldırma planıyla kaydın gittin.
İmzaladı imzalıyor, oldu olacak dedikodularıyla gazımız alındı.
Bir kulübe giderken kendi parandan önce oranın vizyonunu sorduğunu bilenleriz.
Hayallerine çatı kapatan yerde durmayacağını da biliyoruz.
İlgisizlikten gidişini gün gün gördük sessizce.
Başımızdaki taçken futbolun üzerindeki kambur gibi gösterildin hep.
Bununla yaşamayacağını anlıyorduk biz;
Salona girişinde tribüne bakışından hissediyorduk.
Hangi oyuncuya hangi seti çizdiğini bakışından anladığımız gibi.
Uzaktan bakınca anlaşılamayacak kadar çok sevdik seni.
Bir kupayla iki galibiyetle açıklanamayacak kadar çok.
Ataşehir'e ev dememiz senden ötürüdür.
Bogdan'a hala gurbetteki oğlan gözüyle bakmamız,
Vesely ile yükselip, Bobby ile yumruğumuzu göğsümüze vurmamız
Yani ooooooo Gigi Datome lay lay lay lay lay lay lay Gigi Datome senin sayendedir.
Senin yüzünden havlu koyduk bu çocukların sırtına.
Niye gittiğini de biliyoruz, seni neden hak etmediğimizi de.
Ama bil ki, yerin hep en derinde kalacak bizde.
İş yerinde bir sorunu çözemediğimizde seni hatırlayacağız,
Çocuğumuza hayatı öğretirken,
Hayat bazen kapkara üstümüze gelirken bize öğrettiklerinde ayakta kalacağız.
Şimdi alınamamış bir son ribaundumuz daha var artık.
Tabelaların önünde Ekpe gibi Bogdan gibi yıkıldık kaldık.
Son düştüğümüzde sen kaldırmıştın hepsini.
Şimdi kim tutacak elimizden bilmiyoruz
Hepsi bir yana da,
Şubat ayında Cem Serenli'yi kaybettik biliyor musun hocam?
Maccabi maçına gelirken trafik kazası aldı onu bizden.
Her maça girmeden koridorda konuşurduk.
Son geldiğinde ayrılmadan tek şey söyledi bana;
Boşver be kardeşim bu sene de böyle olsun, Obra kalsın yeter.
Şimdi biz Cem'e senin gittiğini nasıl söyleyeceğiz?
Şimdi yine sezon başlayacak, dünyanın en güzel takımı parkeye çıkınca gözümüz koridora dönecek,
Ve oradan sen gelmeyeceksin öyle mi?
Eyvallah koç, eyvallah...
12 Nisan 2019 Cuma
4 Kasım 2018 Pazar
Koray...
17 Mayıs 2018 Perşembe
Yeniden...
Tam o anda annem aradı, aramasa ağlamazdım.
Böyle demiştim o acayip akşamı anlatırken.
Öylece boş boş parkede birbirine sarılan çocuklara bakıyordum.
Bizim çocuklarımıza.
Kendi evladımızdan ayırmadan sevdiğimiz çocuklar.
Bir sene önce televizyonun karşısındaki halimiz gibiydik.
O son ribaundu alamadıktan sonra, Ekpe gibi çökmüştük.
Kimimiz kanepeye, kimimiz halıya yığıldık.
Bir adam ayağa kaldırdı bizi sonra.
Oyuncularına kazanmayı değil mücadeleyi öğreten adam.
Başınızı öne eğmeyeceksiniz, dedi.
Şimdiden bir sonraki yıla bakmalıyız, dedi.
Dirildik.
En iyi oyuncusu sakatlandığında bile yüzünü asmayan adam.
Bahanelerden çalışmaya sığınan adam.
Nakış gibi işledi takımını.
Hayallerini bir yıl erteleyen evlatları da dirildi.
NBA'e gitmediler.
Beklediler.
Belki de yeniden yenilme pahasına,
Daha güzel yenilme pahasına denediler.
Yenilmediler.
Güneşini kaybedenlere ışık oldular.
En karanlık günlerden geçenlere umut verdiler.
Hepimize nefes oldular.
İki gün boyunca salonu inleten binler öylece kaldı Sinan Erdem'de
Bağıramadık, sarılamadık, şarkı söyleyemedik.
Ömrümüzün en mutlu gününde sahaya bakakaldık.
Annem aradı sonra, konuşamadım. Sadece ağladım.
Yanımdaki sarıldı sonra bana.
Sabaha kadar şarkılar söyledik sonra.
Korunlarımıza anlatacağımız şarkılar.
Her şeyden geçtim ama bir senden vazgeçemem
Vazgeçemedik.
Sırtına havlular koyduğumuz, sofrada bir tabak fazla ayırdığımız çocuk gitti sonra.
Ekpe o reklam panosunun önünden kalkmayı yeterli gördü,
Amerika'da benchte oturmayı seçti.
Yine hayıflanmadı o adam.
Bize basketbolu değil hayatı öğreten parke filozofu.
Başta başladı.
Her maç başka tilkiler dolaştı kafasında, anlayamadık.
Marttan sonra akın akın koşmaya başladılar yine.
Sakatlıktan koptu geldi Nikola,
Sokak çocuğu Bobby yumruğunu yüreğine vurdu.
Beyni elinde yine Ressam'ın.
Yanına Kardeş geldi İtalya'dan.
Vesely yine bizden çok Fenerli.
Adalar krizini bile çözebilir Kostas.
Seni orta mesafeden sevmek aşkların en güzeli Jason,
Bi daha düşme James
Sana senden çok güveniyoruz Brad,
Başka formayla bile sevdik seni, hoşgel Sinan,
Seni biraz hırpaladık ama inan ki sevgiden Marko,
Bize bu yoldan geri dönüş yok Melih,
Hala çok şanslısın Barış,
Terli terli su içme Egehan,
Ahmet Düverioğluuuuuu Ahmet Düverioğluuuuu
Sana kendimizden çok güveniyoruz Obra,
Şimdi yine bir umudumuz sizde.
Zor günlerden geçiyoruz yine.
Bir of çeksek Belgrad'daki dağlar yıkılır.
Belki de bu yüzden yalnızdınız biraz bu sene,
Belki ihmal ettik sizi evet.
Havlular koymadık sırtınıza.
Kendi derdimize gömüldük.
Ama siz başımızı hiç eğmediniz.
Yine parkede en sert, rakibe karşı merttiniz.
Yine omuz verdiniz birbirinize.
Şimdi hayata set çizen adamın memleketindesiniz.
Hepimizin şuurunu yitirdiği gece işaret etti bugünü.
Şimdi Belgradı düşünüyoruz, dedi.
Şimdi Belgrad'ı düşünüyoruz biz de.
Cacak'tan çıkan bu adamı güldürün bizim için.
O gülünce dünya gülüyor çünkü.
Çook uzaklardan gelip memleketinden önce size koşan kardeşiniz de orada olacak.
Sizinle yan yana omuz omuza.
Çubuklularını giyip yollara düştü yine sevdalılarınız.
Şimdi yine hak ettiğinizi alma zamanı.
Yine deneyin şimdi.
Bizi dert etmeyin hiç.
Yenseniz de yenilseniz de buradayız biz
Ya kupaya sarılırız sizinle, ya ağlarız beraber.
Sizin mücadeleniz her şeye değer.
Haydi...
18 Mayıs 2017 Perşembe
Veysel...
20 Eylül 2016 Salı
ferit...
pazara akşam saatine doğru gün batmak üzereyken giderdik
daha ucuz olsun diye...
baştan sona tüm tezgahları dolaşırdı adile naşit kılıklı anam
dönüşte ıspanağı pırasayı özenle seçer tutacakları el kesen torbalara doldururdu...
en çok portakal alırdı biz seviyoruz diye...
o portakal soba bütün evi ısıtmadığı için kapalı tutulan küçük odadaki somyanın altındaki leğene yığılır cumartesi akşamını beklerdi...
aliye yengeyle memet amca aydınla aysunu da alır yine gün batarken çalardı bizim kapıyı...
artık Allah ne verdiyse yer beklemeye başlardık...
film saati yaklaşınca bircan kuruyemişten alınan kavrulmuş çekirdek çıkarılır annem de küçük odanın yolunu tutardı...
dolaptan çıkmışçasına buz gibi portakal...
kabuğunu soymadan dikine dilimlerdi tek tek...
ben öyle severim diye...
o zaman bırak interneti sosyal medyayı, tanıtım diye bi şey yok.
hangi filmi izleyeceğimizi başlayınca öğrenirdik...
sonra sen gelirdin. bazen inek şaban ve güdük necmiyle, bazen zengin kızı gülşen, bazen zonguldaklı madencilerle...
bi keresinde cüneytle aynı kıza aşık olmuştunuz, vay anam vay...
emel sayını dinlemeye gitmiştiniz ya bi seferinde.
ya ne acayip ekipti o be.
münir baba, zeki metin, halit. kemal. of ki of.
şarkılar türküler, maç önü karaborsa.
siz evde yemeğe yüklendikçe biz de portakala çekirdeğe.
reklam arasında koştur koştur tuvalete.
aman kaçırmayalım haa bir reklam...
başladı başladı koş.
sürüyü yolu böyle rahat rahat televizyondan izleyemedik tabii.
kolay değil öyle.
yılmaz güney yasaklı.
yasak bu toprağı kaderi mi abi?
sen madenci nurettinin aşkına mı gittin acaba yıllaaar yıllar sonra soma'ya...
silivri'de barikatın önünde direnen yakışıklı ferit miydi?
istesen hiç başın ağrımazdı biliyor musun?
kim karışacaktı ya hu;
otur oturduğun yerde.
ama sen cumartesi akşamları da hep öyle inatçıydın biliyor musun?
gülşen bubikoğlunu ikna etmeye çalışan uslanmaz hayta aşıkken de;
hababamdan illa ki fener maçına kaçarken de...
emekçilerle maden ağalarına direnirken de,
her sene yeniden yağlanıp o çayır güreşlerinde yenilirken de.
sadece emel sayının gönlünü çalmadın ki be abi;
hepimizin...
sen yenilince biz de yenildik pehlivan...
sen direnince biz de direndik...
sürünle yollara düştük, karlı dağlarda bizim de bıyığımız dondu.
sonra portakalı marketten almaya başladık.
çekirdekler poşete girdi.
komşuya artık mesaj atıyoruz film başladı diye.
cumartesi akşamını beklemeye bile gerek yok.
dilediğimiz yerde cebimizde.
üstelik yüksek çözünürlüklü...
ama bir şey eksik be abi.
inek şabanı arıyoruz yok, güdük necmi ve mahmut hoca bizi duymuyor.
yıllar var gülşen bubikoğlunu görmedik.
feridenin öğretmenlik yaptığı köylerde ağaçların yerine taş ocağı yaptılar.
hülya koçyiğitle el ele koşturduğunuz bahçeler bugün avm...
canım kardeşime birlikte ağlayan insanlar nefret ediyor birbirinden.
ölümlere sevinenler var...
nerde bıraktık vicdanı acaba, ah nerede?
komşu komşunun külünü almıyor artık...
senin geldiğin gün parkta ben de vardım biliyor musun abi?
bi sarılsam dedim çocukluğuma sarılır gibi.
çekindim sonra ne bileyim.
biraz yabanileştik sizden sonra.
birbirimize dokunmaz olduk çok fazla.
geçen cuma duyunca fena içlendim.
bi merhaba diyebilseydim battaniye altındaki çekirdekli akşamların hatırına be.
bir sarılsaydım askerden gelmiş hayta ismail gibi.
biz seni bıyıksızken de sevdik bıyıklıyken de deseydim.
bak beyim sana iki çift lafım var diye yaşar ustayı ansaydık beraber.
fabrikatörlere veryansın etseydik...
neyse sarıldım say.
sen şimdi gittin mi abi?
yok be...
özel çamlıca lisesinde de taş mektepte de yaşarsın sen.
bi gün bıyıklı bi gün bıyıksız bize gelirsin yine.
biz yine izler izler güler bakar bakar ağlarız.
ama ne var biliyor musun tarık abi?
portakalların eski tadı yok be.
portakallar çok tatsız...
12 Mayıs 2016 Perşembe
Umut...
Adı nikola kendi yılmaz Kaliniç
12 Ekim 2015 Pazartesi
1 Ağustos 2015 Cumartesi
bir kadın olarak...
8 Mayıs 2015 Cuma
zeki metin...
biri ötekinden ayrı düşünülmeyen.
öyle tanıdık seni. zeki alasya değil zeki - metin.
öyle sevdik.
ne zaman sizden biri göçse buralardan aynı akşama gidiyorum ben.
cumartesi akşamına.
televizyonun karşısında ana baba üç velet, önlerinde çekirdek,
bi de kışları kömürden tasarruf için kapalı tutulan küçük odadaki divanın altından getirilen mandalina.
sonu illa ki iyi biten filmler.
iyilerin kazandığı, hüzünlü komik basit filmler. bizim gibi yani.
sen dayak yiyip boynunu bükünce gözyaşlarını gizleyen babam,
Allaaaaahh metiiin diye koştuğunda kahkaha atan küçük kız kardeşim
bugün çocuğunu büyüten kardeşim, güzel kardeşim...
o zamanlar pazartesi hepimiz aynı filmi anlatırdık birbirimize, sizi.
siz gülünce güler siz ağlayınca ağlardık, sizle kazanır sizle kaybederdik.
mavi boncukta emel sayın gitmesin isterdik, altınları bulun diye beklerdik köyden indiğiniz şeerde,
himmet ağabeyle sayardık doğoz bin doğoz yüz bilmem kaç.
sizin bahçede değil de bizim bahçede bulunmuştu sanki petrol, öyle sevinirdik.
patronu kaçırdığınızda sizin kadar korktuk,
sahi nereye bakıyorduk biz bu adamlar?
o zamanlarda türk kürt alevi sünni azınlık çoğunluk bilmiyorduk.
çatışmaların ortasına doğduk aslında,
sağcılarla solcuların ayrı trenlere bindiği yılları biliriz,
ama hepimiz aynı şeye gülüp ağlayınca anlayamazdık işte farkı,
sonuçta hepimiz kasımpaşa canavarı, hepimiz hasiple nasiptik.
bi inek şabana gülerdik sizden çok. darılma.
bi de neşeli aileyi severdik sizin gibi. hikayeniz aynıydı aslında işte.
yel değirmenlerine karşı bizim mahallenin abileri.
hicivi sizden öğrendik, sisteme düzene ezene tebessümle yeter demeyi,
bölüşmeyi sizden öğrendik yar yanağından gayrı her şeyi.
hani kadir savunun evi yıkılır da böyle güle oynaya yaparsınız ya;
konuşmazsınız, o malum müzik çalar sadece,
arada birbirinize bakar tebessüm edersiniz,
içimiz ısınırdı orada.
o zamanlar onca ayrı gayrıya darbeden hemen sonraya rağmen bunca nefret yoktu biliyor musun?
bi şekilde anlardık birbirimizi.
münir babayla sen fenerli olurdun misal, galatasaraylı beşiktaşlı kızmazdı.
kemal sunal beşiktaşlı, yetim kız çocuğu galatasaraylıydı,
alınmazdık.
hani misafir gelince tavuk pişerdi ya evde,
kahvaltıda nadiren sucuklu yumurta.
öyle değerliydiniz bizim için, öyle özel.
şimdi siz birer birer eksilirken buralardan,
size mi ağlıyoruz kendimize mi belli değil.
zaten buralar da oralar değil artık,
çekirdek o çekirdek değil, portakal o portakal değil.
sobaların üstünde kestane yok, divanların yerine baza var.
şimdi ölene bile birlikte ağlayamıyoruz biz.
eski defterleri açıyoruz tabutu kapatmadan.
iftiralar, ötekileştirmeler, bizler, onlar...
hani metin akpınar dedi ya bugün;
benim bir yarım gitti diye.
öyle işte; bir yarımız yok bizim, ortadan ikiye ayrıldık,
sonra daha ikiye daha ikiye daha ikiye.
sen saçma sapan konuşanlara bakma yine de;
bahçede petrol bulmuş gibi gülsün gözlerin.
tarlanın ortasından altın çıkmış gibi.
bugünleri de atlatırız biz.
yaşar ustaların nesiliyiz ne de olsa.
belki yine o müzik çalar, birlikte bir ülke yaparız,
konuşmadan,
arada birbirimze tebessüm ederek.
sen "güle güle" git metinin zekisi,
gözün arkada kalmasın...
ne de olsa filmin sonunda
illa ki iyiler kazanır...
15 Şubat 2015 Pazar
özgecan...
ne zaman perondan hareket eden bir otobüs görsem gözümün önüne aynı fotoğraf gelir.
annemin ve babamın sararmış gözleri.
ayrılık vaktinden bir önceki akşam dalıp giden bakışlar.
ağlamamak için sıkılan dişler.
o gözlerin nereye dalıp gittiğini 35 yaşında anladım.
hepi topu 3 kilo gözleri bile açılmamış bi yavrucak.
geceleri olur olmaz uyanıp gidip nefes alıyor mu diye baktığın,
azıcık ateşlense elini ayağını titreten bir kalp ağrısı.
adı ne aşk ne sevgi ne başka bir şey. tanımsız. sınırsız.
her şey değişti hayatımda.
olura olmaza ağlamaya başladım. 5 yıldır iş biter bitmez koşarak eve gider oldum.
doğum gününü kutladık bugün, en sevdiği arkadaşıyla aynı gün.
deniz; özlemle emrenin kızı. 6 yaşında.
onlarca fotoğraf paylaşmış olmalıydık şimdi.
sosyal medyada kutlama mesajları, darısı başınalar, gülücükler.
koyamadık. tek fotoğrafa bile gitmedi elimiz.
özgecanın fotoğrafına baktık,
mutlu olmaya utandık.
zaten hep öyle değil mi hayatımız son zamanlarda.
bir gün madende 301 can, başka bir gün asansörde yiten 11 hayat.
sokak ortasında tekmelerle katledilen 19unda bir oğlan.
15inde yol kenarında vurulan çocuklar.
gazeteyi televizyonu her açtığımızda dövülen öldürülen töreye kurban giden bir kadının haberi.
zor bu ülkede yaşamak, en zoru da kadın olmak.
bayram sofralarına en son erkek de yemeğini yedikten sonra kadınların oturduğu evlerde büyüdüm ben,
erkek çocuğun istediği saatte girdiği, kızların gündüz gözü bile çıkamadığı evler.
erkek geçerken kadınların duvar kenarına çekildiği köylerde,
bir çocuk eteğinde diğeri karnında koca evi döndürmeye çalışan bir anneannem,
suyu akmayan eve tepeye yukarı koca koca bidonlar taşıya taşıya belini dizini kaybeden bir anneyle büyüdüm.
41 yaşındayım bugün. anneannem yok artık. annem yorgun.
haberler hala aynı. boşanmak istediği için sokak ortasında vuruluyor kadınlar.
12sinde 13ünde tarla sahiplerine gelin veriliyor.
kaçıp kurtulmak istese binlerce kilometre ötede bile bulunuyor.
10 yıldır evliyim. adı özge. elanın annesi. benim canım. özge can.
ne zaman geç gelecek olsa hep penceredeyim. aman apartmana girerken bir şey olur diye
çünkü bu toprakların ilk kaybı değil mersinli özgecan.
çünkü mesele aslında o minibüsçünün hayvani sapıklığı değil.
mesele çok derin. mesele çok köklü. ve giderek derinleşiyor.
bir devrim lazım bize.
iktidar değişikliği, falancanın başa gelmesi filan değil.
bir zihniyet, bir vicdan devrimi.
yüzlerce yıllık törelerden korkmayan bir devrim
beşiktaşta kadıköyde izmirde antalyada değil çankırının köylerinde bir devrim,
bayburtun ücra mahallesindeki kız çocuklarına varacak bir devrim.
zorunlu din dersiyle değil, ahlakla empatiyle sevgiyle örülü bir devrim.
illa günahsa mesele ette aranan namusu değil kul hakkını dert edecek bir devrim.
kadınları korumak için değil, onlardan cesaret alan bir devrim.
şimdi hep derinlere bakıyor özgecanı arayan annesinin gözleri.
yüreği, acı çekmeseydi bari kurşunla öldürselerdi diyebilecek kadar şişmiş bir annenin gözleri.
iyi bilirim ben o arayan gözleri; 30 yıldır.
şimdi yazılar yazacağız biz ardarda,
yürüyüşler eylemler, kadın mitinginde erkek sloganları,
televizyonlarda uzman yorumları, siyasi nutuklar.
özgecan son olsun başka özgecanlar olmasın pankartları.
üç gün sonra seçim gündemi, baraj tartışması, sarayda gölge kabine.
o anne uzuun uzun bakacak boşluğa.
oradan bir özgecan gelmeyecek.
bir devrim lazım bize.
o koca boşluğu dolduracak bir devrim.
14 Ağustos 2014 Perşembe
bir ki üç gol yetmez...
Kemal Sunal'ın filmde Beşiktaşı'ı tutmasını dert etmediğimiz günlerdi.
Hani şu sokakta bulduğu veledi öz evladı gibi büyüttüğü film.
Yine fanatiktik aslında en harbisinden.
Maçka parkında abilerimiz çatışırdı "kapalı"yı almak için.
Biz o sırada yan yana sırada beklerdik.
Kavganın bile hukuku vardı.
Yar yanağından gayrı her şeyin bölüşüldüğü günler,
Tribünün bile, yarı yarıya.
Yandan bir beste gelirdi, karşılık verirdik sıcağı sıcağına.
Küfür yok muydu, vardı. Kavga yok muydu, vardı.
Ama başka türlüydü işte. Nefret ciğerimizi söndürmemişti henüz.
Bu Beşiktaş benim ömrümü yedi be abi.
Yatılı yıllarımda bir Hakan Tecimerli maçı bilirim kazandığımız.
Bir ki üç gol yetmez diye başlarlar, beşe giderlerdi bazen.
Metin Ali Feyyazı onlardan çok biz ezberledik.
Sonra Uche attı da biraz sevindik.
Çok kinlendik de hiç beddua etmedik ama.
Güzel adamdı başkanları.
Böyle, mahalle bakkalının önüne sandalye atan amcalar gibi,
Ya da ne bileyim mezun olduktan sonra gidip elini öptüğün emekli öğretmen gibi.
Mahmut hoca işte yav, Yaşar Usta.
Sonra defalarca yendik biz Beşiktaş'ı.
Kupalar aldık, onlar da yendi bizi.
Başkanlar geldi gitti, efsane topçular, heykeller filan.
Sonra çok değişti futbol çok, hayat gibi.
Hani yarışmacı arkadaşlara başarılar dilenen günlerden,
Rakip kaybedecek ki biz kazanacağız, gerçekçi olalım günlerine.
Önce Kemal Sunal gitti.
Hababamla Fener maçlarına kaçan güzel adam.
Sonra Vedat Okyarlar, Kazım abiler.
Lefter gitti be abi.
Pazar günü oynanan maçı ilk kez Çarşamba günü sinemada izleyen nesille cep telefonundan canlı maç izleyen gençler yan yana ağladı.
Silindir gibi geçti üstümüzden endüstriye bulanmış futbol.
Ömrünü adadığı stattan ağlayarak gitti Seba.
Bir gün omzumuza aldığımıza teneke bağladık ertesi gün.
Gözümüz tabeladan gayrısını görmedi.
Polis copu inerken rakibe ooh ooh çektik topyekün.
Vicdanı hep birlikte öldürdük.
Eskiden iki turşucunun kavgasıydı rekabetimiz.
Bir Vecihi öfkemizi yatıştırmaya yeterdi.
Sevgiye umuda dair ne varsa birer birer yitiyoruz her gün.
Üç beş ağaç için dirensek de hep birlikte,
Bugün yüreğimiz toptan aveme.
Siyah beyaz film günlerinin,
En asil siyahıyla en temiz beyazını kaybettik şimdi.
Ömrünü çubukluya adamış bir adama,
Bu yazıyı yazdırabilen adam yok artık.
Madem ki sizinkisi bir aşk hikayesi,
Siyah beyaz filim gibi biraz.
Unutmayın bu adamı kardeşim.
Kupalara değil Beşiktaşa sahip çıkın.
Heykelini dikmeyin dört bir yana; dimdik durun onun gibi.
Sözün özü, mesele Sebaya ağlamak değil kardeşim, Sebayı anlamak.
Sebaları yaşatmadıkça hayatta ne desek boş.
Güle güle git Süleyman başkan, Baba hakkıya kral Metine, Efsane Leftere selam söyle.
Triko çubukluyla taştan kalelerde top oynayan çocukların hakkı sana helaldir.
Sen de hakkını helal eyle.