14 Ağustos 2014 Perşembe

bir ki üç gol yetmez...


Kemal Sunal'ın filmde Beşiktaşı'ı tutmasını dert etmediğimiz günlerdi.
Hani şu sokakta bulduğu veledi öz evladı gibi büyüttüğü film.
Yine fanatiktik aslında en harbisinden.
Maçka parkında abilerimiz çatışırdı "kapalı"yı almak için.
Biz o sırada yan yana sırada beklerdik.
Kavganın bile hukuku vardı. 
Yar yanağından gayrı her şeyin bölüşüldüğü günler,
Tribünün bile, yarı yarıya.
Yandan bir beste gelirdi, karşılık verirdik sıcağı sıcağına.
Küfür yok muydu, vardı. Kavga yok muydu, vardı.
Ama başka türlüydü işte. Nefret ciğerimizi söndürmemişti henüz.
Bu Beşiktaş benim ömrümü yedi be abi.
Yatılı yıllarımda bir Hakan Tecimerli maçı bilirim kazandığımız.
Bir ki üç gol yetmez diye başlarlar, beşe giderlerdi bazen.
Metin Ali Feyyazı onlardan çok biz ezberledik.
Sonra Uche attı da biraz sevindik.
Çok kinlendik de hiç beddua etmedik ama.
Güzel adamdı başkanları.
Böyle, mahalle bakkalının önüne sandalye atan amcalar gibi,
Ya da ne bileyim mezun olduktan sonra gidip elini öptüğün emekli öğretmen gibi.
Mahmut hoca işte yav, Yaşar Usta.
Sonra defalarca yendik biz Beşiktaş'ı.
Kupalar aldık, onlar da yendi bizi.
Başkanlar geldi gitti, efsane topçular, heykeller filan.
Sonra çok değişti futbol çok, hayat gibi.
Hani yarışmacı arkadaşlara başarılar dilenen günlerden,
Rakip kaybedecek ki biz kazanacağız, gerçekçi olalım günlerine.
Önce Kemal Sunal gitti.
Hababamla Fener maçlarına kaçan güzel adam.
Sonra Vedat Okyarlar, Kazım abiler.
Lefter gitti be abi. 
Pazar günü oynanan maçı ilk kez Çarşamba günü sinemada izleyen nesille cep telefonundan canlı maç izleyen gençler yan yana ağladı.
Silindir gibi geçti üstümüzden endüstriye bulanmış futbol.
Ömrünü adadığı stattan ağlayarak gitti Seba.
Bir gün omzumuza aldığımıza teneke bağladık ertesi gün.
Gözümüz tabeladan gayrısını görmedi.
Polis copu inerken rakibe ooh ooh çektik topyekün.
Vicdanı hep birlikte öldürdük.
Eskiden iki turşucunun kavgasıydı rekabetimiz.
Bir Vecihi öfkemizi yatıştırmaya yeterdi.
Sevgiye umuda dair ne varsa birer birer yitiyoruz her gün.
Üç beş ağaç için dirensek de hep birlikte,
Bugün yüreğimiz toptan aveme.
Siyah beyaz film günlerinin,
En asil siyahıyla en temiz beyazını kaybettik şimdi.
Ömrünü çubukluya adamış bir adama,
Bu yazıyı yazdırabilen adam yok artık.
Madem ki sizinkisi bir aşk hikayesi,
Siyah beyaz filim gibi biraz.
Unutmayın bu adamı kardeşim.
Kupalara değil Beşiktaşa sahip çıkın.
Heykelini dikmeyin dört bir yana; dimdik durun onun gibi.
Sözün özü, mesele Sebaya ağlamak değil kardeşim, Sebayı anlamak.
Sebaları yaşatmadıkça hayatta ne desek boş.
Güle güle git Süleyman başkan, Baba hakkıya kral Metine, Efsane Leftere selam söyle.
Triko çubukluyla taştan kalelerde top oynayan çocukların hakkı sana helaldir.
Sen de hakkını helal eyle.






17 Mayıs 2014 Cumartesi

devlet...

Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günler, hiç bitmez.
Çünkü o birlik ve beraberlik devletin ta kendisidir.
Söz konusu vatansa gerisi teferruattır.
Çünkü söz konusu o vatan da devlettir aslen.
Peki ya devlet nedir?
Aslen halka hizmet etmesi gereken kurumlar bütünü.
Ama bu topraklarda değil.
Binlerce yıldır bu topraklarda devlet iktidardır.
Bekaası için şehzadelerin kardeşlerini boğduğu güçtür devlet.
Daha doğar doğmaz sizin yerinize dininizi seçer.
Eğitim sistemi onu koruyup yüceltmeniz üzerine kuruludur.
Bir düğmesini koparmak altı aydan başlar.
Vergilerinle beslersin, o vergilerle yapılan işleri marifet gibi dinlersin.
O vergilerle maaş alan adamlardan dayak yersin.
İtiraz edersen tazyikli suyla gazla cezalandırılırsın.
Çünkü bu topraklarda devlet iktidardır, güçtür.
Lüks otolara biner devlet, villalarda oturur.
Çalışıyorsa eğer çalabilir de.
Köylerini boşaltabilir mesela, seni evinden atabilir.
Arsandan yol geçirebilir örneğin, itiraz edersen dipçikle vurur.
Onun için çalışırsın her daim. O varsa sen teferruatsın.
Oğlunu daha 20sine bastığı gün ona verirsin.
Belki patates doğrar, belki tabutuna sarılırsın.
Sen askerlik yaparsın ama devlet yapmaz.
Komşu ilçede bi görünür gelir.
Takım elbiselidir devlet, sen bazen işçi tulumu bazen madenci kaskısın.
Devlet cinayet işler, kanı sen yıkarsın.
Devlet gece biraz içer, sabah çöpü sen toplarsın.
Devlet sana vurabilir ama sen ona el kaldıramazsın.
Devlet senin sokağını yıkar ama sen sokağa çıkamazsın.
Oy verirsin, başkasını seçersin, yine ezilirsin.
İktidarlar değişir ama devlet baki kalır, bilesin.
Avrupaya bakarsın kafan karışır.
Orada işçisi de memuru da senden daha fazla kazanır.
Çünkü benim güzel kardeşim.
Sen padişahım çok yaşa diye biat ederken, orada hak arayışı vardı.
Onlar senden yüzlerce yıl önce sokaklarda siper etti gövdesini.
Hak aradı, ben teferruat değilim dedi.
Çünkü benim güzel kardeşim, vatan da devlet de aslen halkın ta kendisiydi.
Bugün bile isteye yoksullaştırılmış, devlete muhtaç bırakılmış, orta sınıfı çökertilmiş bir halksın.
Yıllarca bu yüzden cinayetlere kader, zulme eyvallah demişsin.
Varlığını hep varlıklara armağan etmişsin.
Aslolan sensin hiç bilememişsin.
Aslen o devlet devlet olsa, 6 yaşında mezar başında çocuklar ağlamaz bilmez misin?
O devlet devlet olsa sen günlerce maden önünde beklemezsin.
Bugün bu iktidar yarın başkası.
Bugün muhalefette olan yarının başbakanı.
İsimler değişir devlet kalır bilesin.
Ve sen aslolanın halk olduğunu görmedikçe daha çok Soma acısı çekersin.
Dün de dedim ya işte.
O sedyeler sana kurban olsun kardeşim
Tependeki o ışığı göğe tut kardeşim.
Aslında sen ülkenin gerçek sahibisin.
Aslında sen kara deryalarda bir fenersin.

16 Mayıs 2014 Cuma

Soma...


Yaşadıklarının bilinmesi için ölmesi gerekenler.
Kendi tabirleriyle;
Bir avuç kömür için bir ömür verenler...
1 mayıs'larda fenerli fotoğraflarını paylaştıklarımız.
Madenciler...
Yine sözler vereceğiz size,
Zonguldak'ta, Kozlu'da, Balıkesir'de, Bursa'da olduğu gibi.
Gözyaşı dökeceğiz her biriniz için, isimlerinizi bilmeden.
Evladınız mezar başında ağlarken içimiz parçalanacak.
3 buçuk aylık hamile eşinize bakamayacağız utancımızdan.
Siyah bantlar takacak futbolcular, 
Sizin için derbiler oynanacak.
Yardım programlarında ünlüler birbiriyle yarışacak.
Firmalar ilanlar verecek ardarda, ekranlar simsiyah,
Koca koca başlıklar: Yastayız.
Uzmanlar, krokiler, maden içi haritalar.
Hisli yazılar, duygusal konuşmalar, helal olsun filancaya...
Mikrofonlar uzanacak size, bi kısmınız anlatacak;
"Tabutta yaşıyoruz biz, denetimler göstermelik, borçlarım yüzünden çalışmaya mecburum, ekmek parası..."
Kader diyecek çoğunuz, Takdiri İlahi...
İşsiz kalmaktan korkacaksınız. Kim bakacak çoluğa çocuğa.
Siyasiler ardarda girecek şehire; sirenler, korumalar, takım elbiseler.
Milyonlarca kişinin profil resminde kara kara yüzleriniz,
dünyanın karanlığını aydınlatan fenerleriniz.
İlk kez 1 mayıs gelmeden...
Çocuklarınıza kalem defter oyuncak yiyecek dağıtılacak.
Hiç görmediğiniz eşyalarınız olacak belki.
Sonra birer birer sönecek spot ışıkları...
Üçer beşer azalacak gazeteciler.
Yardım kampanyaları bitecek...
Usul usul azalacak kentin üstündeki uğultu.
Ağıtlarla birlikte anonslar da susacak.
Hani akrabalar birer ikişer çekilir ya ölü evinden hava kararınca.
Gece çökerken yalnızlık çökecek Soma'ya.
Ağabeyiyle kardeşini madende kaybeden İlhan yeğenleri ve yaşlı ana babasıyla başbaşa kalacak.
Merve kendisini Boğaziçinde okutabilmek için madene geri dönen babasını çok arayacak. Okula devam edebilecek mi, meçhul.
300 ev kömürden daha kara geceler görecek kardeşim.
Ölümün kıyısından dönmüşken sedyeye çamurlu çizmesini uzatmaya utanan Murat, başka bir sedyede fırça yiyecek belki.
Soma'da madenlere yine kelle koltukta gireceksiniz.
Zonguldak'ta, Kozlu'da, Balıkesir'de...
Tazminatlar için uğraştıracaklar sizi.
Sahte maskelerle yaralı gösterdikleri için eksik ödeme yapacaklar. 
Van'da nice sözler vermiştik biz.
O kara gözlü çocuğun ismi neydi? unuttuk.
Ya ikinci depremde ölen meslektaşlarımız, ne abiydi o?
Söylemeye dili varmıyor insanın ama, programlara bağlanıp yardım vaat edenlerin 10da biri bile para yatırmadı biliyor musunuz?
Ses çıkardığınızda bugünkü gibi su sıkacaklar size,
gaza boğacaklar belki.
Onun için birbirinize sıkı sarılın kardeşim.
Tek yumruk olun, kenetlenin.
Dimdik durun, sizi ölüme gönderenlere karşı.
Durun ki cesaretiniz bize bulaşsın.
Siz başlatın ki Zonguldaktaki Bursadaki kardeşleriniz örnek alsın.
Siz dik durun ki tekstil atölyelerinde üç kuruşa ömür tüketenler peşinizden gelsin.
Sahi İstanbul'daki selde konteynerde yitip giden o kadıncağızları da unutmuyorduk biz değil mi?
Siz bize bakmayın kardeşim, birbirinizin çocuklarına sahip çıkın.
Mahmutun karısı hamile, kulağınız onda olsun.
Maden öldürmez sermayenin para hırsı öldürür kardeşim.
Kömür öldürmez cehalet öldürür.
Öldürtmeyin artık kendinizi. Girmeyin o madene. Bırakın üşüsün Türkiye.
300 mezar kazdınız be kardeşim, 300 mezar.
Nice yetimler bıraktınız geride.
Ölmeyin artık bizim için. Hiç hak etmiyoruz hiç.
O sedyeler size kurban olsun kardeşim.
Biliyorum hiç yüzümüz yok ama şimdiden affedin bizi.
Devletten, polisten, komşudan, iğneci amcadan korkarak büyütülen kardeşlerim.
Yoklukla yoksullukla terbiye edilen kardeşlerim.
Yüzünüze bakmaya yüzüm yok.
Olmayan hakkımı da helal ediyorum.
Sizden helallik istemeye hakkım yok.
Sadece af diliyorum...

12 Mart 2014 Çarşamba

Berkin...


Kent yanıyordu bildiğin. Her yandan başka bir eylem haberi geliyordu. Gaz filan yiyorduk ama mutluyduk hepimiz.
İşten çıkıyor sevgiliye koşar gibi Taksime çıkıyorduk. Bazen nefesimiz kesiliyordu sokak aralarında ama mutluyduk.
Ajanslara yaralı haberleri düşüyordu. Bi çocuğu başından vurmuşlar. Adını duyduk, ertesi gün unuttuk.
Günler geçti. Aylar geçti. Başından vurulan çocuk uyanmadı.
Hayat devam etti.
Aslında Emel anneyi görmeye gitmiştim ben o gün Yoğurtçu parkına,
Ali İsmail gibi bir evlat yetiştirdiği için ellerinden öpecektim.
Bizim bestekar Ercan konuştu yerimize;
Merak etme ne Ali İsmail'in düşlerini yerde bırakırız, ne sevdiği renkleri, dedi...
Bir adam geldi kalabalığın arasından. 
Ufak tefek, saçları kıralmış, dudağının kenarında küçük bir tebessüm.
Berkin'in babası, dediler. Sami abi. Elini sıktım. 
Ali İsmail onurumuz, Berkin umudumuzdur, dedim.
Başını eğdi hafifçe, konuşmadı. Gözümün içine baktı sonra.
Ben ömrümde böyle acı görmedim.
Dünyanın en ağır yükünü içine gömmüş de, bir gram yüzünü asmamış adam.
Dünyanın yükünü omzuna almış da, bir gramını başkasına vermemiş adam.
Gözümün ta içine baktı. Elimi sıktı giderken. Elim ayağım titredi.
Ağzımı açıp eyvallah diyemedim. 
Hayat devam etti sonra. Maça filan batık biz, solda kim oynar diye tartıştık aramızda. Hafta sonuna planlar yaptık, Emrelerde buluştuk, dizi filan izledik. Çocukları sinemaya götürdük. Çok beğendiler. Ela yemeğini bitirmedi. Kızdık. Ayağını masanın kenarına çarptı, ağladı, dayanamadık. 
Ayşegüller haftanın bir iki günü Okmeydanı'na uğradı. Berkin uyanmadı.
Arada bir eylem niyetlendik. Su sıktılar üstümüze. İşe gittik. Çürüyorduk.
Bir sabah bir tweet attı ailesi.
"Berkin Elvan 16 kilo kalmış"
Yüreğimiz yandı, isyan ettik, küfür yağdırdık.
Sami abi televizyona çıktı. İçinde koca bir yanardağ, dudağının kenarında bir kibrit yanığı gibi tebessüm. 
Hayret eden devlet büyüğümüz telefon etmiş, sinirli olandan ses çıkmamış.
Akşamına Trabzondaki maçı izledik. Birbirimize girdik. sinirli olan büyüğümüze göndermeler yaptık.
Sabah asansörde söylediler.
Berkini kaybettik. 269 gün önce ekmek almaya giden ana kuzusunu yaşatamadık. İktidarınız da, alıveriş merkeziniz de, kışlanız, duble yollarınız icraatlarınız yerin dibine batsın, diyemedik. Kitlendik.
Annesi cama çıktı akşam üstü. Feryadını yüreğimizin en derinine koyduk. Emel anne mahsun mahsun baktı arkasından. Bir Alişi daha gitti ellerinin arasından.
Cenazesinde yüzbinler toplandık. Ağladık, dağıldık, birbirimize sarıldık.
Sami abi öylece durdu. Tebessüm soldu yüzünde. 
Akşam televizyona çıkardılar. Biz dayanamadık, çöktük kaldık
O dayandı... 
En son Şahap abi Ali İsmailin resmini severken yanmıştık böyle.
Mıh gibi çakmıştık aklımıza. 
Çünkü bir baba ağlıyorsa eğer dünyada sözün bittiği yerdi orası.
Ağlamadı Sami abi. Öylece durdu işte. En çok da bu yaktı canımızı.
Koca bir kentin acısını koydu omzuna, çekti gitti.
Biz; suyunu kazanıp da içen, ekmeğini bölüp yiyenler;
Biz; artık her gece acıya yatıp her sabah umuda uyananlar;
Artık sizde vicdan aramayı bıraktık. Merhamet istemeyi de.
Gördüğünüz yerde gaz sıkın üstümüze. Coplarla kıstırın sokak aralarında.
Ama çocuklara dokunmayın efendiler. Çocuklara dokunmayın.
Bırakın sokakları onlara, parklarından çekin postallarınızı.
Su sıkmayın üzerlerine, gaza boğmayın hayallerini.
Sami abi belki affeder sizi bir gün... Belli helalleşirsiniz.
Ama Berkin'in gözlerindeki o ışığı söndürdünüz ya
Ömür boyu gün görmeyesiniz.














16 Şubat 2014 Pazar

ali ismail korkmaz...

sisli bir gece yarısında, kırık bir lambanın altında diye başlar tezahürat...
öyle bir gece yarısında kıydılar sana...
vamosun güzel çocuklarının hepimize ezberlettiği gibi işte;
daha 19 yaşında... 
hem de yüreğimizde geleceğe dair umudun en çok ısındığı gecede.
tam da dört bir yandan, her bir yaştan hepimiz özgür bir dünya için haykırırken.
bir fırıncı çelme taktı önce, bir esnaf yolunu kesti, sonra tekmeler sopalar...
hastanelere almadılar seni çocuk... azcık başın ağrır geçer dediler... eve gönderdiler...
uyudun sonra sen... her bir yanında darbe.. acı... yara...
düşlerinde özgür dünya...
bugün sokaklardaydık yine biz... binler.. onbinler yüzbinler...
gördün biliyorum...
ara sokaklardan sel gibi aktık caddeye...
tıpkı senin 1 haziranda yürüdüğün gibi... isyanla;  umutla...
sırtımızda; öptüğün çubuklu forma...
kamyoncu saitin oğlunu geldi ankaradan, otobüsler umut taşını izmirden hataydan amasyadan...
6 aylık bebekler selam söyledi sana süt kokulu bakışlarıyla...
80 yaşında dedeler senden güç aldı vurdu yola...
renkleri bir kenara bıraktık bugün; sarının lacivertin yanına kırmızıyı siyahı beyazı kattık...
omuz omuza verdik ismini haykırdık...
televizyondan "ali ismail bestesi söylenir kimse engel olamaz" diyen adamı selamladık...
almanyadan kanadadan hollandadan gelenlerle kucaklaştık...
biz bugün senin için ağladık ali ismail... biz bugün haykıra haykıra adalet aradık...
sana kıydıkları kaldırımları ezdik geçtik ali ismail...
sana vurdukları sopalarda özgürlüğün bayrağını dalgalandırdık...
leftere selam gönderdik çocuk... kucakla bizim için ali ismaili dedik.
sar sarmala...
çığ gibi geçtik kentin caddelerinden... yürüdükçe büyüdük... 
yeni sesler eklendi sesimize...
parka varana kadar tuttuk kendimizi ismail.. düğüm düğüm kaldı boğazımız...
sonra seni pamuklara sararak büyüten kadın geldi...
7 ayda 17 yıl yaşlanan, gözlerinden hüzün akan kadın...
mahkemenin orta yerinde katillerinin gözünün içine baka baka 7 saat oturan,
acıyı bal eyleyen dirayetli kocaman yürekli kadın...
emel anne geldi parka ismail.. aylardır her hafta adını haykırdığımız parkımıza...
ali ismail korkmaz fenerbahçe yıkılmaz diye ilk kez haykırılan banka oturdu
ta içine baktı gözümüzün.. ağzını bile açmadan konuştu bizimle.. 
ismini satırlara döken palamultras ercan hepimizin adına aldı sözü...
bırakmayız ana dedi... merak etme... ne ali ismaili, ne düşlerini ne formasını... bırakmayız...
daha nasıl dayansındı yürek ali ismail... çok ağladık sana çocuk.. 
emel anneye göstermeden... köşelerde.. kuytularda... 
berkin elvanın babası da geldi biliyor musun..
uyan artık çocuk dedik... uyan berkin...
lefterlerin küçük hüseyinlerin ruhunun gezindiği yere götürdük emel anneyi ali ismail..
hep bir ağızdan haykırdık tarihten hiç silinmeyecek ismini...
maç bitti çıkmadık stattan... bitti sandıkça yeniden başladık sana...
en güzel alper oynadı biliyor musun çocuk?
belli ki selam gönderiyordu sana kıydıkları topraklara...
hani annen ne güzel söyledi ya çocuk;
ali ismailim yaşasa tercüman olmak istiyordu, giderken gençlerin özgürlük isyanına tercüman oldu diye..
sen bizim diyemediklerimizsin ali ismail...
sen bizim yüreğimizsin...
bu yürek artık hiç susmaz be çocuk...
sen rahat uyu orada... sözümüz var sana.. 
davan dosya değil, içimizde yaradır.. kapanmaz.. 
ali ismail korkmaz.. fenerbahçe yıkılmaz... 

19 Ocak 2014 Pazar

deniz...


Senin hakkında hiç bi şey bilmiyoduk birader.
Mustafa hakkında her şeyi seyredene kadar.
Bence neysen onu oynuyosun. Donuk adamsın. Köşelisin.
Keskin konuşuyosun Allah için. Özün sözün aynı istikamette.
Sonra bi akşam televizyonda gördüm.
Yanlış anlama o zamanlar dizi seyretmezdim ben.
Bi perihan abla.. bi süper baba.. bi de ikinci bahar...
Senin yüzünden Aliyeye de baktık iyi mi?
Yine serindin.. Yine karışık...
Ama bir o kadar da sağlam... kocaman yürekli.. mert yani...
Şu osmanlı mirasçısı aile vardı misal... Şofördün galiba..
Halıcı kızı kaçırdığınız dizi sonra...
Olgun Şimşek ne söyledi be abi:
Üflediler söndüm, karanlıkta gördüm,
hiç bilmezdim ama derindeymiş pek derdim.
Derindeymiş derdin sahiden. Ama gördük biliyo musun?
Gözünde gördük. Bulutların arkasından bakıyodun hep.
Pek sevdik seni biz be kardeşim...
Kaybedenler kulubüyüz biz...
Bizi yendiler hep, gücümüz yetmedi egemenlere.
Sokak ortasında öldürdüler, dövdüler, alıp kaybettiler.
Kaybettik biz, ağlamalara bahaneler aradık.
Hayat hiç dizilerdeki gibi olmadı bize.
Ama bunca acıya rağmen tek bi şeyi hiç kaybetmedik usta.
Umut.
En karanlık günlerden geçerken ışığı umut ettik hep.
Bulutların arasında güneşi aradık..
En büyük hüzünlerin içinden tebessüm çıkarmak bizim işimiz.
Yoksa onca gazın topun suyun arasında nasıl gülerdik.
Nasıl dururduk omuz omuza istiklalin ara sokaklarında yanyana.
Yoksa 3-0lar 4-3lere döner miydi Nejat?
Bak o çubukluyu giymek öyle laf olsun diye yapılmaz biliyo musun kardeşim?
Lefterin izi var o armada...
Hani illa ki onu oynayacağım dediğin Lefterin.
Sen de tıpkı son efsanemiz gibi,
Kocaman umutlarımızın sahibisin...
Sen eylem adamısın Necat...
Bak bi c ile yazıyorum bi j ile.. karışık adamsın...
Sen sokak adamısın Nejat, direniş adamısın...
Sen tribün adamısın kardeşim..
Son düdük çalana kadar umudunu bir gram yitirmeyenlerdensin...
Haftaya lig başlıyor Nejat...
Söyleyecek iki çift lafımız var egemenlere...
Kalk artık oradan kardeşim...
Kalk gel...
Ben hiç dizi sevmem biliyor musun kardeşim...
Ama aliyenin doktor denizini severim...
ismi güzel bi kere...
En uzun koşuysa devrim... en güzel yüz metresini koşan adamın ismi...
Ha bi de...
Sen bu illeti de yenersin kardeşim..
Çünkü sen..











14 Ocak 2014 Salı

leftere...


Biz küçükken formaların arkasında isim yazmazdı. Numara vardı sadece.
Sonra numaranın üzerine isim geldi, sonra da o ismin yerine firma reklamı.
Şu hayattaki en büyük, en bitmez platonik sevdanın tam da ense kökünde bir şirketin ismi yazıyor. Öylesine işlemiş endüstri iliklerimize.
Oysa bizim kalbimizde hep o triko çubuklu forma var.
Arkasında önünde sağında solunda ne bir marka ismi ne futbolcu.
Sadece arma. Bahçedeki Fener, o caanım palamut.
İşte o en sevdiğimiz formanın arkasını herkes boş bırakıyor, kendi ismini de yazan yok. Çünkü o formaların hepsinde görünmeyen ama hep hissedilen bir isim var. Tribünlerin binlerce kere bağırdığı bir isim. Defterlere sığmayan, kalemler bitiren bir isim. Büyükada’nın büyük adamı: Lefter. 
Hani nice zaferlere koştuğumuz Papazın Çayırı’nda bize en güzel hüznü yaşatan o güzel adam. Hani bir kış sabahı birbirimize omuz vererek, gözyaşlarımızı içimize akıttığımız o gün veda ettiğimiz adam. Giderayak yazdığı üç satır mektubu aklımıza mıh gibi çakan kocaman yürekli efsane. 
Hani pek çoğumuzun attığı tel golü, yaptığı tek hareketi, attığı tek pası görmeden bağlandığı küçük adam. Hani en düz kelimelerle yazıan futbol hikayelerine ordinaryüs gibi ağır bir kelime kattıran o deha. Hani kafa kağıtlarında yazan hanelerin onca önemsendiği ülkede etniklerin dinlerin üzerine çıkan bir değer. 
Ne şanlı adam o adam. Çubuklu formaların tam kalbindeki armaların hepsinde o var. Kadıköy’ü aydınlatan fenerin ışığında o. Ne güzel adam o. Nefretin toplu taşıma araçlarında durak durak gezdiği, iliklerimize işlediği şu günlerde adı anıldığı an her renge her formaya tebessüm ettiren adam. 
Gözün arkada kalmasın baba. Bilesin ki; hep sahip çıktık biz çubukluya. Gün geldi adliye önlerinde dondurucu soğuklarda ısıttı bizi, gün geldi Taksim'in orta yerinde direnirken sardı sarmaladı. 
Sen bizi dert etme oralarda. Serkan abiye, Selçuk abiye iyi bak. Burak Yıldırım’ı, Ali İsmail Korkmaz’ı sar sarmala. Fatma abla’ya selam et. Bak yine seni anlatmaya yetmedi kalem, bak yine seninle doldu binlerce defter, bil ki çubuklu var oldukça sen de sonsuza kadar başımızın üstündesin Lefter...