28 Mart 2011 Pazartesi

yeniden hayat...

aslında her anı zamanda yolculuk olandır hayat biliyor musunuz ?
sabah bi güne uyanırsınız,
öğlen bir resim bir bakış bir koku 20 yıl öncesine götürür sizi...
akşam projeler dökülür içki masasına...
geleceğe gidersiniz...
umutla dolar içiniz, yapacaksınızdır bu kez...
sabah ışınlayıverir sizi scotty ya da her kimse...
bugünün gerçeğine...
iş yerinin ortasında hiç olursunuz her hangi bir saat
herkes size uzak...
bir el uzatsam tutan olur mu diye bakarsınız,
ne kadar yalnızsınız değil mi onca kalabalığın ortasında..
sonra bir telefon, bir mesaj, bir küçük merhaba,
nerelere götürür sizi...
bazen öğle üzeri ölsem ne olur ki dersiniz kendi kendinize,
zaten daha yapacak ne var ki,
hangi duygunun peşinden gideceğim ki;
sonra bir şarkı, cıvıy cıvıl hayat...
hayat yukarı aşağı, sağa sola, içeri dışarı, iyiye kötüye, hiç durmadan
gidip gelen o asansörde olmaktır işte...
bir düşersiniz, bir çıkarsınız...
ara katta asılı kalırsınız kimi zaman...
araf katta...
asansörde kim varsa tiksinirsiniz hepsinden
bir diş gıcırtısı bile nefret etmenize yetebilir...
bazen umrunuzda olmaz kimlerle gidip geldiğiniz...
siz ordasınızdır da ruhunuz değildir çünkü, asansör iner çıkar siz hiç bilmezsiniz...
yani demem o ki
cennet de o asansördür aslında
cehennem de...
asansörcüyü suçlarsınız, sizle inip çıkanlara kızarsınız...
sizinle aynı katta durmak istemeyenler olur, sindiremezsiniz..
ben senin için 4'te durmuştum ama...
kat hesabı yapmazsınız kimi zaman...
her kimse işte onun için...
inersiniz, çıkarsınız, inersiniz çıkarsınız, durur durursunuz, gider gidersiniz...
heeeey hey yolcular...
kalkıyor zaman asansörü...
siz binseniz de binmeseniz de
iniip çıkıyor...
bilin ki zaman makinesi de sizsiniz, asansör de...
inmek de elinizde çıkmak da, hatta durmak bile..
tek katını ıskalamayın bu hayatın,
yıllar sonra en üst kattan baktığınızda
geride görmediğiniz yer olmasın...
sallansa da, bozulsa da korkmayın, yine gider...
yeter ki; siz o yolculuğu bırakmayın..
hadi şimdi gidin, küçük tatlı bir şey yiyin, gülümseyin...
muhtaç olduğunuz umut, yüreğinizin bi yerinde mevcuttur...
bitirmeden, asansör sallanırsa eğer;
bi dostum söylemişti;
aklınızda olsun...
tutunmayın, tutun... düşmezsiniz...

7 Mart 2011 Pazartesi

ahmak ıslatan...

en pis yağmurdur...
adını da birebir karşılar...
amaaan ne olacak şeker miyiz eriyelim dersin...
sırılsıklam olursun...
bir küçük şemsiye ile kurtulabilecekken...
su içinde kalırsın...
uyandığında çok geç olur...
su elbiseyi geçmiş damarlarına kadar sızmıştır artık...
ne der çinli; taşı delen suyun gücü değil damlaların devamlılığıdır...
sağanağın da bahercisidir aslında...
ahmaklığından damlalara uyanmazsın...
gök delinmiş başına çökerken...
döne döne şemsiye ararsın...
o şemsiye çoktan ait olduğu yere girmiştir...
dua et ki açılmasın...
ağlarsın sızlarsın isyan edersin...
çok canın yanınca bulut olursun...
yağmur yüklenirsin...
yağmur yüklenir senin gibi ıslananlar...
kimi görmüş kaçamamış, kimi hiç uyanrmamış...
ders almışsan eğer sen de yağmaya devam edersin...
üç beş damlayla bırakmazsın...
ya devam eden damlalarla taşı delersin...
ya ahmaklar gibi göçer gidersin...
sen yağmaya başla, gerisini düşünme...
anadolu'nun bereketi boldur...
her bir yanı yağar durur...
sen küçük bi dere olsan...
ya nehire varırsın, ya nehir gelir seni bulur...

buluta hapsolmuş yağmur damlalarına armağanımdır...

5 Mart 2011 Cumartesi

vicdan...

Gelecek korkusu...
Sıra bana da gelir mi kaygısı...
Çocuklarımıza nasıl bir Türkiye bırakıyoruz sorusu...
Alt alta sıralasan yüzlerce neden sayarsın Taksim'e binden fazla gazetecinin yığılması için.. Ama bhepsinin en birincisi tek kelimedir : vicdan...
İçinden gelmeyen bilmez gazeceti milletini...
Dünyanın hakkını savunur kendi örgütlenemez...
Dedikoducudur...
Yanındaki arkadaşı kovulunca devekuşudur...
Zaten her şeyin bir sesebi vardır...
Aslında mesleğinin gereğidir çoğu yaptığı.. Muhbirdir çünkü...
Falan yerde olanı filan bilgilerle toplar ve vatandaşa duyurur...
Haber için gözü pektir gazeteci.. Bazen kafasına silah dayasan kaçmaz, haber atlamak daha beter gelir düşününce...
Bazen korkaktır patron işlerinde...
Dünyanın en kolay yalan söyleyen insanıdır...
Habere ikna için sizi oğlunuz olduğuna ikna edebilir...
Avantacıdır bazıları..
Beleş gezilere, kokteyllere bayılır, patronun parasını saçar savurur.. Hatta iç eder kimi...
Düzene göre şekil alır bir çoğu...
Elastikidir, her iktidara uygun nizamdadır, düzene uyar bağlama telleri...
Yan masasında 10 yıl otur güvenini tam kazanamazsın...
Bir kendisidir hepsi için, 2 ile sonsuz arasındaki sıralama hep değişir...
İşe bu milletin binbir çeşit insanı koştu Taksim'e dün...
Yıllardır bu sabah baskınlarını takip edenler
Bu kez kendileri yürüdü istiklali boydan boya,
gazetecilğin istiklali çocuklarını istikbali için...
Sağcı da vardı içlerinde solcu da,
İktidarı sapına kadar destekleyenle de merhabalaştım,
Yarın öbürgün beni alırlar diyenle de...
Hepsini orada buluşturan tek ortak nokta vardı.. Vicdan
Nedim'i şahsen tanıyan da azdı içlerinde,
Ahmet'le yüzyüze muhabbet eden de...
Ama hepsinin dilinde aynı iki kelime vardı : Yok artık !
Ben korkuyla gitmedim mesela oraya...
Yürümekten çıkacak sonucu da merak etmedim...
Aklım ve kalbim yürü dedi, yürüdüm...
Eve dönünce operasyonları ilk günden bu yana destekleyenlerin yazılarını okudum...
Hala korkaklar, hala içten pazarlıklı...
Yuh artık da diyemiyorlar yok artık da...
Efendim soruşturmaya gölge düşürürmüş de,
Selahiyet açısından felahiyet açısından falan bakımından filan kaygılardan...
Pensilvanya Kasımpaşa uzlaşmazlığına mı kızdınız
Yoksa bu kadarını sizin bile mi yüreğiniz kaldırmadı, bilmiyorum ama..
Gidin "vicdan"ınızı başka yerde temizleyin...
Nedim'i de Ahmeti'i de yazılarınızla kirletmeyin...
Başka kapıya...

3 Mart 2011 Perşembe

zaman...

prof. dr. hayat'ın verdiği reçetede hep ilk sıraya yazılır zaman...
kime sorsanız en iyi ilaçtır...
unutmak için, iyileşmek için, büyümek için, intikam için, nehirden geçen cesetleri saymak için, karar vermek için, kaytarmak için...
birini beklerken alışveriş merkezinin girişinde 1 dakikası bitmek bilmeyen...
sevdiğinle kolkola yürürken yanınınzdan koşarak giden...
zaman...
münir özkulların samimiyetinden
polat alemdarlara bizi getiren yılların adı...
zaman...
hani şu herkesin günün 10 saatinde geçsin diye beklediği...
ama ömrün sonlarına doğru elinden gelse dünyadaki bütün saatleri durdurmaya çalıştığı şey..
zaman...
hani her yapmadığımız şeyde yokluğundan şikayet ettiğimiz
kendini savunma hakkı olmayan olağan şüphelimiz...
kitap okumamamızın, film izlemememizin, sevgilimize bir çiçek almayışımızın sorumlusu...
zaman...
kentin dört bir yanında koca koca saatlerle kendini hatırlatan...
en çok da yok sayıldığında var olan...
zaman...
durdurulamayan ama enine genişleyebilen...
aslında isteyene bol bol kendinden veren...
bonkör, karşılık beklemeyen, geniş gönüllü dost...
zaman..
bak saat gecenin biri...
yazmak için en uygun, zaman...
kısa keseyim... boşa gitmesin...
dünyadaki en değerli şey... zaman...
borsacı ağzıyla değil... gönül gözüyle..
sıkıldığın bir iş yerinde tek bir gün fazladan kalma diyen dost... zaman...
kiminle ne derdin varsa söylemeni isteyen... zaman...
aldığın her nefesin kıymetin bil diyen... zaman...
vakit geçirmeye değil, güne sığmaya çalış...
kendini ihmal etme, sevdiklerini boşa üzme.. 
taksimetreyi kapatmadan taksiden inme...
kaçma, saklanma, korkma...
o hep senin yanında... en iyi dostun... zaman...
karar al.. uygula... gül.. ağla.. eğlen.. hata yap...
sonra yat.. uyan..

bak dünyanın en güzel bankası sana yeni bir kredi açmış...
çünkü aslında hem ruhuna huzur veren gece...


hem doğan güneştir zaman...

zamanın her saniyesini değerli kılan canım karıma ve kızıma...