19 Mayıs 2011 Perşembe

sivas'ta rövaşata...

tam da kafanın futboldan başka hiç bir şeye basmadığı günler...
aklında sürekli gol pozisyonları, kutlamalar ve geçmişin acı izleri...
gözün bir kapatıyorsun alex atıyor ekranın köşesindeki 2,3 oluveriyor...
1 yetmiyor yani, 3 olsun kesin olsun, aman...
çünkü hafızanın karanlığında hüzün var...
appiah vuruyor mesela sol ayağıyla,
direğin 20 santim solundan dışarı çıkıyor top,
sonra alex bin yediyüz seksenyedinci kez vuruyor altı pastan,
ve her seferinde hafızanız o topu gol yapmak istiyor...
ortada en gerçek rakamlar varken bile,
geçmişe yolculuğa pozitif anlam yüklüyor akıl...
bu yüzden pazar kabus gibi çöküyor günün bir kısmında,
bazen sımsıcak yapıyor içini, cadde geliyor gözünün önüne,
meşalelerle alev alev, gökyüzü bile aydınlık...
mutlugünü beklediğin bütün arkadaşların gözünün önünde orada...
kimi de tam tersini bekliyor işte...
karadenizi ışıl ışıl yapıyor düşlerinde...
hani dar alanda kısa paslaşan arkadaşlar demişti ya;
öyle fena halde benziyor işte hayata futbol denen meret,
ne kadar çok mücadele edersen başarı o kadar yakınında oluyor...
ne kadar sıkı takım olursan, o kadar çok kazanıyorsun...
kimse birbirini satmazsa, takım mutlaka iyi oynuyor...
kimi kendini hep ilerde görüyor, savunmayı başkası yapsın istiyor...
muhabirse gece işine gitmiyor mesela,
polisse çatışmaya arkadaşını önden yolluyor...
kimi kalecilerin ruh halinde :
takım arkadaşlarına arkasını dönmeyen sadece benim diyor...
defanstaki ne kadar kurtarırsa kurtarsın,
istisnalar hariç,
tarih gol atanları önce yazıyor...
en fazla atak kesen ön liberoya ödül yok sene sonunda,
ama gol kralına altın ayakkabı,
çünkü meyvesi gol ya oyunun,
onu atan kazanıyor...
işte bu yüzden tarih kocaman adamla o kenti yine aynı masaya koyuyor,
takımdan gönderilme pahasına "trabzon da başarılı, haksızlık yapılmasın" diyen adam,
bugün trabzon'dan hak ettiği saygıyı görmüyor...
çünkü tarih kazananı yazacağından,
karadenizli de kazanmak istiyor...
kişisel tarihinizde kaç kez dışarı vuruyorsunuz appiah gibi,
kaç kez alex'in şutu gibi altı pastan kaçırdınız...
bildiğin aymaz bi sevgiliniz var örneğin,
vefasız, umarsız, uçarı...
hafızanız nasıl da siliyor ayrıyken bunları...
nasıl da çatala takıyor alex, tarih tersini yazdığı halde...
bin kere kandırsa da sizi,
nasıl naif gülümsüyor geçmişe giden düşsel hafızanızda...
ve ne kadar çok yara alıyor geleceğiniz her geçmişe yolculuğunuzda...
ne kadar güzelleşiyor geçmişten ders alabildiğinizde...
aykut hoca dedi ya işte;
biz ileri bakıyoruz, geçmişe değil, diye...
öyle önününe bakmak istiyorsunuz işte...
sivastan gol haberi gelsin, cadde yansın...
yeni biri çıksın kalbinizi ısıtsın...
daha güzel bi işiniz olsun mesela...
geçmişte yediğiniz kazıklar gelecekteki arkadaşlarınızdan çıkmasın...
ama siz youtube'a o maçları yazdıkça yeniden kaçıyor goller...
size hiç bir faydası olmadan...
çnkü lig uzun bir maraton...
kazanmaktan çok, hakkını vermek için oynanan...
her maçı ayrı keyif...
hadi devre arasında silkinin ve kendinize gelin...
hala önünüzde 45 dakika var...
dertlere alan daraltan pres yapın,
rakibin baskısını hızlı çıkışlarla üzerinizden atın...
arkadaşlarınızla bolca paslaşın,
zorda olanın arkasını kollayın...
sıkıştığınızda topu taca atmaktan çekinmeyin...
gereksiz tribün baskısına kulağınızı tıkayın...
rakibin maçıyla ilgilenmeyin,
kendi maçınıza bakın...
daralmayın... ferahlayın...
sivastan gol haberi var...
alex selam söylüyor...

4 Mayıs 2011 Çarşamba

anne...

bir kutlama yazısı...
bir erken saygı duruşudur bu yazı...
sosyal paylaşım ortamları alıntı dizelerle dolmadan,
insanlar okumadan birbirine forward etmeden evvel,
internet yasaklanırsa okunmamış olmasın diye,
bir erken sesleniş...
en kibar ifadeyle bokumuzu temizleyen insana bir teşekkür,
sizin sizden çok düşünen kadına minnet yazısı...
ama içli içli değil...
gece sabaha kadar başınızda bekleyişlerini anlatmayacak mesela,
sizin için canını feda edebilecek olmasına da değinmeyecek...
ne onun için hiiiiççç büyümeyişinizi hatırlatacak size,
ne de yokluğunda yerini dolduramazsınız, kıymetini bilin, diyecek...
bir rica yazısı sadece...
hem de gerçekten bir gün için...
onlara ayrılan tek gün için...
hani tüm günler onların bu ne ki deriz de o günün bile hepsini ayırmayız ya, o gün için işte...
onları bu kez kahvaltıya ağırlamayın olur mu ?
günün gerisi ölmesin, diye iki peynir bi sucuklu yumurta bi bluzla evine göndermeyin,
bütün günü ayırın ona ilk kez,
hiç bi yere gitmeyin isterseniz,
öylece dizinin dibinde oturun,
nasihatlerini dinleyin ilk kez dudak bükmeden,
öffff yaaa, tamam yaaaa, daha kaç kez filan, demeyin bir günlüğüne,
bırakın gözünüzün içine baksın o gün uzuun uuzun,
dizi seyredin mesela onunla,
hangisini isterse artık...
kıyafetinize karışabilsin yıllar sonra...
ilk kez anlatın ona,
iş yerinde ömrümüzü yiyolar, deyin,
dangul dungul adamlara anlattığınız dertleri onla da paylaşın,
sorularına "sen ne anlarsın" dan uzak cevaplar verin bir gün
uykusu gelsin, uzansın, gitmeyin bir yere,
başında bekleyin,
siz onun üstünü örtün, belki ilk kez,
hani o ararken telefonu sessize alıyorsunuz ya iş yerinde,
bu kez onun için meşgule düşürün arayanları...
hani o sizin için her şeyinden vazgeçebilir ya,
siz bi maçı izlemeyin o gün...
bir filmden bir dizinizden geri kalın...
belindeki, dizindeki, başındaki ağrıyı ilk kez hissetmeye çalışın...
ilk kez yan kulağınızla değil can kulağıyla dinleyin şikayetlerini...
pazartesi yine unutun bu söylediklerimi...
ama bu pazar gerçekten annenizin günü olsun...
ömrünüzün bir günü siz ona anne olun,
geri kalanını kaçla çarpacağınızı benden daha iyi hesaplarsınız...
bir gün, sadece bir gün...
kahvaltıda 2, ya da akşam 1 buçuk saat değil...
uyanınca başlayıp yattarken bitecek bir gün...
çok uzun gelmediyse eğer...
pazartesi bu yazıyı da unutun, pazarı da...
ama o günün tamamını ona ayırın oldu mu ?
bakın hiiç hediye bile demedim...
hediyenin kralını verdiniz çünkü ona...
benim için de öpün ellerinden...
sevgiyle, hürmetle...