15 Şubat 2015 Pazar

özgecan...

otogarları hiç sevmem ben.
ne zaman perondan hareket eden bir otobüs görsem gözümün önüne aynı fotoğraf gelir.
annemin ve babamın sararmış gözleri.
ayrılık vaktinden bir önceki akşam dalıp giden bakışlar.
ağlamamak için sıkılan dişler.
o gözlerin nereye dalıp gittiğini 35 yaşında anladım.
hepi topu 3 kilo gözleri bile açılmamış bi yavrucak.
geceleri olur olmaz uyanıp gidip nefes alıyor mu diye baktığın,
azıcık ateşlense elini ayağını titreten bir kalp ağrısı.
adı ne aşk ne sevgi ne başka bir şey. tanımsız. sınırsız.
her şey değişti hayatımda.
olura olmaza ağlamaya başladım. 5 yıldır iş biter bitmez koşarak eve gider oldum.
doğum gününü kutladık bugün, en sevdiği arkadaşıyla aynı gün.
deniz; özlemle emrenin kızı. 6 yaşında.
onlarca fotoğraf paylaşmış olmalıydık şimdi.
sosyal medyada kutlama mesajları, darısı başınalar, gülücükler.
koyamadık. tek fotoğrafa bile gitmedi elimiz.
özgecanın fotoğrafına baktık,
mutlu olmaya utandık.
zaten hep öyle değil mi hayatımız son zamanlarda.
bir gün madende 301 can, başka bir gün asansörde yiten 11 hayat.
sokak ortasında tekmelerle katledilen 19unda bir oğlan.
15inde yol kenarında vurulan çocuklar.
gazeteyi televizyonu her açtığımızda dövülen öldürülen töreye kurban giden bir kadının haberi.
zor bu ülkede yaşamak, en zoru da kadın olmak.
bayram sofralarına en son erkek de yemeğini yedikten sonra kadınların oturduğu evlerde büyüdüm ben,
erkek çocuğun istediği saatte girdiği, kızların gündüz gözü bile çıkamadığı evler.
erkek geçerken kadınların duvar kenarına çekildiği köylerde,
bir çocuk eteğinde diğeri karnında koca evi döndürmeye çalışan bir anneannem,
suyu akmayan eve tepeye yukarı koca koca bidonlar taşıya taşıya belini dizini kaybeden bir anneyle büyüdüm.
41 yaşındayım bugün. anneannem yok artık. annem yorgun.
haberler hala aynı. boşanmak istediği için sokak ortasında vuruluyor kadınlar.
12sinde 13ünde tarla sahiplerine gelin veriliyor.
kaçıp kurtulmak istese binlerce kilometre ötede bile bulunuyor.
10 yıldır evliyim. adı özge. elanın annesi. benim canım. özge can.
ne zaman geç gelecek olsa hep penceredeyim. aman apartmana girerken bir şey olur diye
çünkü bu toprakların ilk kaybı değil mersinli özgecan.
çünkü mesele aslında o minibüsçünün hayvani sapıklığı değil.
mesele çok derin. mesele çok köklü. ve giderek derinleşiyor.
bir devrim lazım bize.
iktidar değişikliği, falancanın başa gelmesi filan değil.
bir zihniyet, bir vicdan devrimi.
yüzlerce yıllık törelerden korkmayan bir devrim
beşiktaşta kadıköyde izmirde antalyada değil çankırının köylerinde bir devrim,
bayburtun ücra mahallesindeki kız çocuklarına varacak bir devrim.
zorunlu din dersiyle değil, ahlakla empatiyle sevgiyle örülü bir devrim.
illa günahsa mesele ette aranan namusu değil kul hakkını dert edecek bir devrim.
kadınları korumak için değil, onlardan cesaret alan bir devrim.
şimdi hep derinlere bakıyor özgecanı arayan annesinin gözleri.
yüreği, acı çekmeseydi bari kurşunla öldürselerdi diyebilecek kadar şişmiş bir annenin gözleri.
iyi bilirim ben o arayan gözleri; 30 yıldır.
şimdi yazılar yazacağız biz ardarda,
yürüyüşler eylemler, kadın mitinginde erkek sloganları,
televizyonlarda uzman yorumları, siyasi nutuklar.
özgecan son olsun başka özgecanlar olmasın pankartları.
üç gün sonra seçim gündemi, baraj tartışması, sarayda gölge kabine.
o anne uzuun uzun bakacak boşluğa.
oradan bir özgecan gelmeyecek.
bir devrim lazım bize.
o koca boşluğu dolduracak bir devrim.