Açık ama soğuk bi Aralık
gününde Kadıköy’de miting alanında sahnenin arkasındayım. Birazdan çıkıp
Fenerbahçe’nin neden yıkılmayacağını haykıracağım. Triko çubuklu formanın neden
yere düşmeyeceğini. Pazardan alınıp arkasına numara nakışlanan formaların,
taştan kalelerin arasında Rıdvan, Aykut, Oğuz diye koşturan çocukların, Şumaher
diye kendini asfalta atan tıfıl kalecilerin öyküsünü anlatacağım. Heyecanımı
yenmeye çalışırken birden hayat durdu. Sokak arasında ismini bağıra çağıra
oynadığımız, otel önlerinde bir kez görebilmek için sabahladığımız kahramanlar
çıkageldi. Üçü de oradaydı. Yanlarında yumruk şovu başlatan adam Deli Nezihi ve
yaşlı bir adam. Küçücük kalmış bedenine rağmen gözlerinden hala umut fışkıran
bir efsane. Asfaltta oynayan çocukların o günlerde değerini pek bilmediği,
babalarının ismini duyunca kalktığı bir adam. Gazetelerin el sallattırıp “5
atarız dedi” manşetlerine gülüp geçen bir babacan. Bir futbol filozofu. Tarihin
en güzel şampiyonluğuna imza atan, 103 gollük kırılamaz bir rekoru ilmek ilmek
dokuyan bir kurt. İlk yarısı 3-0 biten bir maçın devre arasında takımını ayağa
kaldırabilen bir direnişçi.
Onlar kendi arasında
konuşurken ben çoook gerilere gittim. Dışkapı’da bir kıraathanede Kamyoncu Sait’in
oğluyla Turan 100. golü attığında havaya uçtum, Samsun’da bir yatılı okulun
karşısındaki kafeteryada radyo başında Keadıköy’den gelen gol haberini
bekledim. Bir dönercinin 37 ekran televizyonunda Cenk Koray’ın sunduğu
programda 3 dakikalık canlı maç bağlantısına heyecanlandım.
Güzel günlerdi, güzel. Hiç
pes etmezdi Veselinoviç’in takımı. Malatya’nın Brezilyalısı Serginho golden
sonra samba yaparken, tribündeki herkes Çubuklu’nun geri döneceğini biliyordu.
Döndü, hem de 6 kez. Rize’de asker traşlı yeni golcünün ikinci yarıdaki
golleriyle başlayan macera, Sarıyer’e atılan 4 ile bitti. Arada futbol
tarihimizin en güzel slalomunu yaparken Rıdvan, plaseyi köşeye bıraktığında
kenarda tebessüm eden adamla birlikte milyonlar ayaktaydı. Çok sakin sevinirdi.
Sanki sahada olacak her şeyi önceden çizmiş gibiydi. Gitti sonra. Onu hiç
unutmadık. 20 yıl sonra bile Yozgat’ta bir çay ocağının duvarında asılı duran
efsane kadro posterinde onun imzası vardı. Çubuklu tarihin en büyük kumpasıyla
mücadele ederken yine oradaydı. Yaşlı bedenine aldırmadan evlatlarının arasında
sahneye çıktığında gençler birbirine bu kim diye sordu. Orta yaşı bulanların
gözleri buğulandı. Veysel dediler, sadece, Veysel hoca. Fazlasına boğazları
düğümlendi, dalıp gittiler.
Deplasman otobüslerindeki
anılarda hep o vardı. Yıllar sonra hastalandığı haberi geldi. Kimi dua etti
sağlığına, kimi bir kadeh kaldırdı eski günlere. Ölüm insana yakışmaz ama
gidişi de tarihi bir zamanda oldu. Çubuklusu belki de tarihinin en büyük
başarısına imza atmaya hazırlanırken, o formaya sahada en güzel günleri yaşatan
adam veda etti yalan dünyaya. Dünya yalan yaşattığı her şey gerçekti.
Bir başka efsaneye bıraktı
emaneti. Bir başka “oviç”e…
Onun gibi sahada yaşanacak
her şeyi önceden çizen bir adam. Onun gibi bir taktik dehası. Onun gibi soyunma
odasına takımı geride girdiğinde hikayeyi baştan yazan, yere düşeni kaldıran,
sarsılana omuz veren bir adam. Saha kenarında canavar, maç bittiği andan
centilmenlik abidesi bir bilge.
Şimdi onun çocukları tribünde
olacak, ya da her neredelerse ekran başında duada. Çubukluyu emanet ettiği
adamın evlatları sahada. Yine pes etmeyecekler. Yine yıllar sonra deplasman
otobüslerinde bağıra çağıra anlatılacak hikayeler yazacaklar. Yine o formayı
alın teriyle ıslatacaklar.
Yıllar önce radyo başında
Kadıköy’den gol haberi bekleyen çocuklarla, o golü tribünde bağıra çağıra
isteyen çocuklar yan yana olacak tribünde. Saçlarında aklar kalplerinde
çocukluklarındaki sevdayla. Adını babalarından duyan çocuklarla omuz omuza
haykıracaklar çubuklu sevdasını.
Yola çıkmadan dua
edecekler senin için Dereağzı’nda. Biraz da senin için isteyecekler o kupayı. Geri
de düşseler tıpkı senin kulübede olduğun o yıllardaki gibi umutlarını hiç
yitirmeyecekler. Kenarda senin gibi bir direnişçinin olduğunu bilecekler çünkü.
Şimdi sensiz birden çok
eksiğiz. Ama yüreğimiz 28 sene önceki gibi ferah, içimiz boğadan aşağı yürür
gibi kıpır kıpır. Sen orada rahat uyu naif adam, çubuklu emin ellerde. Lefter’e,
Serkan’a, Selçuk’a, Küçük Hüseyin’e selam söyle.
Sen de durma artık; aç
kapıyı Veysel Efendi, Veysel Hoca ebediyete, Hababam Obra’ya gidiyor…