18 Mayıs 2017 Perşembe

Veysel...


Açık ama soğuk bi Aralık gününde Kadıköy’de miting alanında sahnenin arkasındayım. Birazdan çıkıp Fenerbahçe’nin neden yıkılmayacağını haykıracağım. Triko çubuklu formanın neden yere düşmeyeceğini. Pazardan alınıp arkasına numara nakışlanan formaların, taştan kalelerin arasında Rıdvan, Aykut, Oğuz diye koşturan çocukların, Şumaher diye kendini asfalta atan tıfıl kalecilerin öyküsünü anlatacağım. Heyecanımı yenmeye çalışırken birden hayat durdu. Sokak arasında ismini bağıra çağıra oynadığımız, otel önlerinde bir kez görebilmek için sabahladığımız kahramanlar çıkageldi. Üçü de oradaydı. Yanlarında yumruk şovu başlatan adam Deli Nezihi ve yaşlı bir adam. Küçücük kalmış bedenine rağmen gözlerinden hala umut fışkıran bir efsane. Asfaltta oynayan çocukların o günlerde değerini pek bilmediği, babalarının ismini duyunca kalktığı bir adam. Gazetelerin el sallattırıp “5 atarız dedi” manşetlerine gülüp geçen bir babacan. Bir futbol filozofu. Tarihin en güzel şampiyonluğuna imza atan, 103 gollük kırılamaz bir rekoru ilmek ilmek dokuyan bir kurt. İlk yarısı 3-0 biten bir maçın devre arasında takımını ayağa kaldırabilen bir direnişçi.

Onlar kendi arasında konuşurken ben çoook gerilere gittim. Dışkapı’da bir kıraathanede Kamyoncu Sait’in oğluyla Turan 100. golü attığında havaya uçtum, Samsun’da bir yatılı okulun karşısındaki kafeteryada radyo başında Keadıköy’den gelen gol haberini bekledim. Bir dönercinin 37 ekran televizyonunda Cenk Koray’ın sunduğu programda 3 dakikalık canlı maç bağlantısına heyecanlandım.

Güzel günlerdi, güzel. Hiç pes etmezdi Veselinoviç’in takımı. Malatya’nın Brezilyalısı Serginho golden sonra samba yaparken, tribündeki herkes Çubuklu’nun geri döneceğini biliyordu. Döndü, hem de 6 kez. Rize’de asker traşlı yeni golcünün ikinci yarıdaki golleriyle başlayan macera, Sarıyer’e atılan 4 ile bitti. Arada futbol tarihimizin en güzel slalomunu yaparken Rıdvan, plaseyi köşeye bıraktığında kenarda tebessüm eden adamla birlikte milyonlar ayaktaydı. Çok sakin sevinirdi. Sanki sahada olacak her şeyi önceden çizmiş gibiydi. Gitti sonra. Onu hiç unutmadık. 20 yıl sonra bile Yozgat’ta bir çay ocağının duvarında asılı duran efsane kadro posterinde onun imzası vardı. Çubuklu tarihin en büyük kumpasıyla mücadele ederken yine oradaydı. Yaşlı bedenine aldırmadan evlatlarının arasında sahneye çıktığında gençler birbirine bu kim diye sordu. Orta yaşı bulanların gözleri buğulandı. Veysel dediler, sadece, Veysel hoca. Fazlasına boğazları düğümlendi, dalıp gittiler.

Deplasman otobüslerindeki anılarda hep o vardı. Yıllar sonra hastalandığı haberi geldi. Kimi dua etti sağlığına, kimi bir kadeh kaldırdı eski günlere. Ölüm insana yakışmaz ama gidişi de tarihi bir zamanda oldu. Çubuklusu belki de tarihinin en büyük başarısına imza atmaya hazırlanırken, o formaya sahada en güzel günleri yaşatan adam veda etti yalan dünyaya. Dünya yalan yaşattığı her şey gerçekti.

Bir başka efsaneye bıraktı emaneti. Bir başka “oviç”e…

Onun gibi sahada yaşanacak her şeyi önceden çizen bir adam. Onun gibi bir taktik dehası. Onun gibi soyunma odasına takımı geride girdiğinde hikayeyi baştan yazan, yere düşeni kaldıran, sarsılana omuz veren bir adam. Saha kenarında canavar, maç bittiği andan centilmenlik abidesi bir bilge.

Şimdi onun çocukları tribünde olacak, ya da her neredelerse ekran başında duada. Çubukluyu emanet ettiği adamın evlatları sahada. Yine pes etmeyecekler. Yine yıllar sonra deplasman otobüslerinde bağıra çağıra anlatılacak hikayeler yazacaklar. Yine o formayı alın teriyle ıslatacaklar.

Yıllar önce radyo başında Kadıköy’den gol haberi bekleyen çocuklarla, o golü tribünde bağıra çağıra isteyen çocuklar yan yana olacak tribünde. Saçlarında aklar kalplerinde çocukluklarındaki sevdayla. Adını babalarından duyan çocuklarla omuz omuza haykıracaklar çubuklu sevdasını.

Yola çıkmadan dua edecekler senin için Dereağzı’nda. Biraz da senin için isteyecekler o kupayı. Geri de düşseler tıpkı senin kulübede olduğun o yıllardaki gibi umutlarını hiç yitirmeyecekler. Kenarda senin gibi bir direnişçinin olduğunu bilecekler çünkü.

Şimdi sensiz birden çok eksiğiz. Ama yüreğimiz 28 sene önceki gibi ferah, içimiz boğadan aşağı yürür gibi kıpır kıpır. Sen orada rahat uyu naif adam, çubuklu emin ellerde. Lefter’e, Serkan’a, Selçuk’a, Küçük Hüseyin’e selam söyle.

Sen de durma artık; aç kapıyı Veysel Efendi, Veysel Hoca ebediyete, Hababam Obra’ya gidiyor…