26 Eylül 2012 Çarşamba

evvelden ahire...

ne de kalabalıktı o zaman bizim ev...
kamyoncu sait pek severdi kalabalık aileyi...
babam, annem, iki hala, bir amca, ablam, ben...
bir de emekleyen kardeşim...
kahvaltıdan önce yakardı sarma cigarasını...
mırıl mırıl bi türkü söylerdi balkonda...
pek de anlamazdım hani...
cahildim dünyanın rengine gandım...
hayale aldandım, boşuna yandım...
illa ki kendi demlerdi çayını...
halam daha gözünü açmadan basardı oto teybin düğmesine...
amcam bulmuş getirmiş bi yerlerden...
ferdi dinlerdi hep.. ya da ibo, orhan...
kamyoncu sait kızardı...
biraz anlasa teypten...
herhalde gönül dağını çalardı...
kahvaltıdan sonra yürü bakalım kara oğlan derdi...
elimden tutar samanpazarına götürürdü beni...
çıkrıkçılar yokuşundan yukarı ağır ağır çıkardık...
sağda solda küçük dükkanlar...
hepsinden aynı adamın sesi yükselirdi...
kiminde yazımı gışa çevirdinn diye isyan eder...
kiminde angaranın tren yolu der, esnafı sokağa döker...
sonra kamyoncu saitin oğluyla gittik oralara...
ben yatılı okulu kazanmışım...
ertürk konfeksiyondan takım elbise...
bayburtlu hemşehriden don atlet....
çizgili bi defterin orta sayfasında babamın adı...
kimi zaman uzun bi liste...
kiminde bi kaç satır...
yüklenir kıyafetleri yürürdük sıhhiyeye...
kamyoncu saitin oğlunun ağzında uzun samsun
dilinde tanıdık bir iki mısra...
ölürüm sevdiğim zehirim sensin... evvelim sen oldun ahirim sensin...
ben diyim 15.. sizin diyin 20 yıl sonra...
harbiye açık hava tıklım tıklım...
basma etekli teyzeler, tespihli amcalar...
şıkır şıkır marka çantalı sarışın kadınlar,
marka kıyafetli gençler...
sahnede samanpazarından bir ses...
kara sıfatlı bir adam...
ayaklarımızın turabıı göonumüzün hızmatçısı...
gözyaşım sen oldun kahirim sensin
evvelim sen oldun ahirim sensin...
kime ağladım bilmiyorim ki;
kamyoncu saite mi, hayatını bana adamış oğluna mı?
10 yaşından sonra sadece tatillerde gördüğüm anama belki...
ya da kardeşlerime...
sonra biter biter de gırşeerinin gülleri biter...
şakıyıp dalında bülbüller öter...
ne oynadık be...
gara sıfatlı küçük adam...
yoksul... garip... abdal...
hiç düşürmedik dilimizden...
sevdiğimize kelimelerimiz yetmedi bazen...
yardım istedik.. dile geldi...
mühür gözlüm seni elden sakınırım kıskanırım...
hasret olduk bazen...
mevlam ayrılık vermesin gökte uçan kuşa leylam...
demir parmaklıklar sardı sevdiklerimizi..
mapusanelere güneş doğmuyor...
bazen evde aldık kaşıkları ele...
angaranın tren yolu, gahi eğri gahi doğru...
bir gün gideceğini hiç bilemedik...
hep senden dinledik ya biz..
sana da söyleyeceğimizi düşünemezdik...
sonra kırmızı kırmızı yandı söndü ekranlar...
gırşeerin gara adamı
izmirin bi hastanesinde kapattı gözlerini...
gecekonduda doğmuştu...
yine gecekonduya götürülecek tabutu...
abdal babasına kavuşacak abdal oğul...
biz onu toprağa verirken türkülerine ağlayacağız türkülerini söyleyerek...
ya da belki çocukluğumuza kimbilir?
evlerin kapısının kilitlenmediği o günlere...
mahallede ekmek arası peyniri bölüştüğümüz günlere...
kimin kürt kimin alevi olduğunu bilmediğimiz yıllara...
komşunun bahçesinden ayva çaldığımız yılları anacağız türkülerinde..
çağlaya daldığımız akşam üstlerini...
bundan gayrı türküleri bizle olacak...
nar danesi, acem gızı, niğde bağları...
ah yalan dünya... ah yalan dünya... yalandan yüzüme gülen dünyada...
ağaçların üstündeki ampullerle aydınlanan bi sokak düğününde...
mahallenin küçük radyolu berberinde...
samanpazarında bir esnafın dilinde...
gara sıfatlı bir küçük adam...
evvelimizde o vardı..
ahirimizde de o olacak...