12 Ocak 2013 Cumartesi

triko çubuklu adam...

Belki sisli bir gece yarısında vurulmuştur çubukluya...
İlk pazar formasının amblemine ya da...
Tarifsiz sevinçlerin...
Tamirsiz acıların büyüttüğü o büyük sevdaya...
İyinin kötünün mutlunun mutsuzun çok ötesinde...

Kupa büyüklüğüyle şampiyonlukla adı konamayan...
Aşkla...
Liyakatla...
En büyük hüzünlerle kucaklanan...
Milyonları aynı acıda aynı sevinçte buluşturan...

Daracağında olsa bile hani...
O gün bile...
Lafın sözün çok ötesinde... tanımsız...
Din gibi, mezhep gibi, evlat gibi...
Umudun bittiği yerde başlayan... Sonsuz...

Daima tebessümle hatırlanan...
En tepesinde sevda masallarının...
Fenerbahçe işte... Çubuklu yani... Sen...
Tam da hayatın kendisi...
Eskimeyen, azalmayan, anlatılamayan, yaşanan...
Radyo başındaki esnafın yüreğinde kadıköyden gol haberi beklerken...

Edirneden Ardahana değil...
Falklanddan Sibiryaya kadar...
Sarının ateşi lacivertin asaletiyle...
Ana kadar kutsal... Evlat gibi doyumsuz...
Ne bir okul bitirmek ne de kızı sevmek gibi hani... çok başka..
Elinde bilet üstünde formayla uyuyan veletlerin yüreği gibi.. pır pır...
Leylasına kavuşamayan mecnun gibi deplasmanda...
Ete kemiğe bürünmüş bir özlem...
Resmi çizilemeyen mutluluk maç sabahı...

Öfkelerin en büyüğü tutkuların en şahanesi...
Lise aşkı gibi unutulmaz...
Minik bir gözyaşı kimi zaman, babasının elini tutan kızın yanağında...
Efsane işte... en gerçeğinden...
Zamandan mekandan bağımsız... dünde bugünde yarında...

Lefter işte be... Bizim lefter... Sen yani...
En kara deryaların sönmez Feneri...
Ferisin gönül gözümüzün...
Tanımsız kaldığında sevdamız...
En güzel tarifisin.. En özel dalısın çınarın... hakkını fenerbahçeliliğimize helal et...
Rahat uyu... çubuklu bize emanet....