12 Ekim 2015 Pazartesi

sonsuz...

Sıradan bir cumartesi günüydü işte.
Sabahın köründe filanca otobüslerle metrobüslerle işe gitmiş,
Kahvaltımızı etmiş gündemde ne var ne yok diye bakıyorduk.
Pide yiyecektik öğlen.
Biri rejimdeymiş, aşağıda yerim dedi filan.
Ya hu ne rejimi hayat kaç gün belli değil, diye geyik yaparken Düştü bilgisayar ekranına o kabus gibi cümle;
"Ankara Garına giden alt geçitte patlama oldu, yaralılar var"
Ses bombasıdır belki
Yaralı çok değildir umarım
Bi sorsana ajansa ne kadar ciddiymiş...
Sonra ilk görüntü geldi meydandan. Sonrası kaos, karanlık.
Evden çağırdık arkadaşlarımızı,
Yağmur gibi yağan son dakikalara yetişebilmek için.
Kimi aile kahvaltısını bırakıp geldi, kimi pazar gezmesini.
Kimi çocuğunu komşuya bıraktı.
Alana ulaşan muhabirlerden bilgi almaya çalıştık.
Etrafa savrulmuş paramparça hayatlar.
Ağlamaklı açtı telefonu biri, zor konuşuyordu.
İçine ağlıyordu belli ki...
Nefes bile alamadan çalıştık. Hiç düşünemedik bile ne yaşandığını.
Yetişmeye çalışıyorduk sadece.
Sabahın ilk ışıklarıyla geldiğimiz yerden gece çıktık.
Eve geldik.
Geç de olsa. Yorgun da olsak. Üzülsek de, eve.
Bizi bekleyen, özleyen, yolumuza bakan, birlikte ağlayıp güldüğümüz insanların;
Omzumuza yaslananların, omzuna yaslanabildiklerimizin yanına.
İşte o an vurdu yerleri dolduran parçalar.
Paramparça olduk. 
Pazar kahvaltılarına gidemeyecek artık o gün Gar meydanındakilerden bazıları.
Mesaiye çağıramayacak kimse onları.
Telefonlarını hiç açamayacaklar.
Bir metrekare toprak parçası sadece.
Bugünü hiç unutmayacak Gar Meydanında sağ kalanlar.
Dizinde biten bacağına dokundukça en az dizi acıyacak belki.
Dokunamayacak hatta bazıları, ne dizine ne sevdiğine.
Sen burada nefret etmeye devam edeceksin yine, kendinden başka herkesten, senin gibi olmayan herkesten.
Takım elbiseli adamlar uzun karmaşık cümleler kuracak.
Asıl hedef...
Devlet, Rusya, İsrail, Suriye, dengeler, konjonktür, seçim.
Sen yine nefret edeceksin senin gibi konuşmayanlardan.
Onlar duymayacak senin bu nefretini.
Yarın yine dolacak meydanlar.
Umut türküleri söylenecek yine.
Bir gün bir bomba seni de bir meydanda yakalamasın diye yürüyecek insanlar.
Sen yine nefret edeceksin herkesten. 
Senin gibi olmadığı için.
İşe gideceksin, mesaiye söveceksin, metrobüs sırasına kızacaksın.
Ben yine korkularımın arkasından öylece bakacağım ikinize.
Örgütüne de istihbaratına da konjonktürüne de söveceğim.
İnsan hayatı üzerinden hesap yapan herkese...
Elimden gelen bu.
Patlayanın da patlatanın da ruhu çürüsün diyebileceğim sadece.
Sen duyacaksın.
Ama o gün gara gidenlerin bazıları duyamayacak...
Sonsuza kadar...









1 Ağustos 2015 Cumartesi

bir kadın olarak...


Her mayıs ayının ikinci Pazar günü "Cennet annelerin ayakları altındadır" ama;
Sen bir kadın olarak sus.
Yeri geldiğinde "Biz annemizin ayaklarının altını öperiz" ama;
Sen bir kadın olarak sus.
Karnında taşı, doğur, büyüt, eğit, terbiye et, gözün gibi bak,
Akşama kadar tarlada çay fındık topla, eve gel yemek yap,
Sen güneşin altında çalışırken kahvede oturan adamın beğenmesini bekle,
Tuzun baharatın ayarını sakın kaçırma,
Kaçırırsan dayak yersin, belki içinden isyan edersin ama,
Bir kadın olarak sus.
Oku, derecelere gir, çalışırken çocuk büyüt,
Kocan yine de yemeği bulaşığı senden beklesin.
Bir akşam öfkeden elinin ayarı kaçıversin,
Yine de sen bir kadın olarak sus.
Dolmuşta otobüste metroda tramvayda gözleriyle soysunlar,
Yanına oturanlar koltuğuna sığamasın, bacağı sana doğru uzasın,
Karanlıkta bir sokağa girerken başına ne geleceğini bileme,
20 yıldır oturduğun apartmanın girişinde tacize yeltensinler,
İş yerinde abuk subuk cinsel şakalara maruz kal,
En güvendiğin yerde, baba evinde, amcan dayın abin taciz etsin,
Birazcık güzelsen ve beyefendinin teklifine hayır dersen aptal sayıl,
Biriyle birlikte olduğunda o zampara sen motor diye anıl,
Mecliste yüzde 10larda kal,
Çocuk yaşta deden yaşında adamın koynuna soksunlar,
O ölünce kardeşine versinler.
Soframızdaki yerin öküzümüzden sonra gelsin.
Ama sen bir kadın olarak sus.
Bir akşam gencecik bir kızı öldürsünler,
Protesto için sokağa çık, oraya bile erkekler gelip seni yönetmeye kalksın,
Destek veriyorum diyenler daha çok aşağılasın.
Ben insanım dedikçe çiçeğe böceğe benzetsin.
İçinden kadın kadındır çiçek babandır de ama
Sen yine de bir kadın olarak sus.
Erkek kardeşin eve istediği saatte gelirken sen gün batımında sofrada ol,
O istediği yerde kalırken, sen konum bildir ama;
Kız çocuğu olarak sus, genç kız olarak sus, kız öğrenci olarak sus,
Kadın çalışan olarak sus,
Bak bayansın diye bi şey demiyorum, sus
Sen sus ki bu karanlık kafalar hiç aydınlanmasın.
Sen sus ki o köklü bağnaz gelenekler devam etsin,
Sen sus ki senden cesaret alıp başkaları da konuşmasın.
Sen sus ki en büyük acıları yaşayanlar Takdiri ilahi deyip geçsin.
Sen sus ki gencecik çocuklar oy kaygısıyla toprağa verilirken vatan sağolsun.
Sen sus ki bin lira bile kazanmayanlar bin odaya ses çıkarmasın.
Bir kadın olarak susma anam bacım.
Yalvarırım susma.
Bizim gibi korkaklara bakma sen.
Sen konuş ki aydınlansın yollar.
Cennet ayaklarının altında mı bilmem, ama umut ışığı sendedir.
Çünkü sendeki yürek bende yok.
Çünkü hiç bir erkek bir kadın kadar güçlü sevemez.
Bir kadın olarak susma.
Hani Gezi günlerinde akın akın annelerin geldiği o yaz akşamı gibi,
Hani Kadıköyde bir stadı hınca hıç doldurduğunuz o eylül akşamı gibi,
Susma ve bize yolu göster.
Çünkü sen;
Aydınlığa giden yolun meşalesisin.

8 Mayıs 2015 Cuma

zeki metin...

kuru pilav, zeytin peynir, küçük büyük, iyi kötü...
biri ötekinden ayrı düşünülmeyen.
öyle tanıdık seni. zeki alasya değil zeki - metin.
öyle sevdik. 
ne zaman sizden biri göçse buralardan aynı akşama gidiyorum ben.
cumartesi akşamına.
televizyonun karşısında ana baba üç velet, önlerinde çekirdek,
bi de kışları kömürden tasarruf için kapalı tutulan küçük odadaki divanın altından getirilen mandalina.
sonu illa ki iyi biten filmler.
iyilerin kazandığı, hüzünlü komik basit filmler. bizim gibi yani.
sen dayak yiyip boynunu bükünce gözyaşlarını gizleyen babam,
Allaaaaahh metiiin diye koştuğunda kahkaha atan küçük kız kardeşim
bugün çocuğunu büyüten kardeşim, güzel kardeşim...
o zamanlar pazartesi hepimiz aynı filmi anlatırdık birbirimize, sizi.
siz gülünce güler siz ağlayınca ağlardık, sizle kazanır sizle kaybederdik.
mavi boncukta emel sayın gitmesin isterdik, altınları bulun diye beklerdik köyden indiğiniz şeerde,
himmet ağabeyle sayardık doğoz bin doğoz yüz bilmem kaç.
sizin bahçede değil de bizim bahçede bulunmuştu sanki petrol, öyle sevinirdik.
patronu kaçırdığınızda sizin kadar korktuk,
sahi nereye bakıyorduk biz bu adamlar?
o zamanlarda türk kürt alevi sünni azınlık çoğunluk bilmiyorduk.
çatışmaların ortasına doğduk aslında,
sağcılarla solcuların ayrı trenlere bindiği yılları biliriz,
ama hepimiz aynı şeye gülüp ağlayınca anlayamazdık işte farkı,
sonuçta hepimiz kasımpaşa canavarı, hepimiz hasiple nasiptik.
bi inek şabana gülerdik sizden çok. darılma.
bi de neşeli aileyi severdik sizin gibi. hikayeniz aynıydı aslında işte.
yel değirmenlerine karşı bizim mahallenin abileri.
hicivi sizden öğrendik, sisteme düzene ezene tebessümle yeter demeyi,
bölüşmeyi sizden öğrendik yar yanağından gayrı her şeyi.
hani kadir savunun evi yıkılır da böyle güle oynaya yaparsınız ya;
konuşmazsınız, o malum müzik çalar sadece,
arada birbirinize bakar tebessüm edersiniz,
içimiz ısınırdı orada.
o zamanlar onca ayrı gayrıya darbeden hemen sonraya rağmen bunca nefret yoktu biliyor musun?
bi şekilde anlardık birbirimizi. 
münir babayla sen fenerli olurdun misal, galatasaraylı beşiktaşlı kızmazdı.
kemal sunal beşiktaşlı, yetim kız çocuğu galatasaraylıydı,
alınmazdık.
hani misafir gelince tavuk pişerdi ya evde,
kahvaltıda nadiren sucuklu yumurta.
öyle değerliydiniz bizim için, öyle özel.
şimdi siz birer birer eksilirken buralardan,
size mi ağlıyoruz kendimize mi belli değil.
zaten buralar da oralar değil artık,
çekirdek o çekirdek değil, portakal o portakal değil.
sobaların üstünde kestane yok, divanların yerine baza var. 
şimdi ölene bile birlikte ağlayamıyoruz biz.
eski defterleri açıyoruz tabutu kapatmadan.
iftiralar, ötekileştirmeler, bizler, onlar...
hani metin akpınar dedi ya bugün;
benim bir yarım gitti diye.
öyle işte; bir yarımız yok bizim, ortadan ikiye ayrıldık,
sonra daha ikiye daha ikiye daha ikiye.
sen saçma sapan konuşanlara bakma yine de;
bahçede petrol bulmuş gibi gülsün gözlerin.
tarlanın ortasından altın çıkmış gibi.
bugünleri de atlatırız biz.
yaşar ustaların nesiliyiz ne de olsa.
belki yine o müzik çalar, birlikte bir ülke yaparız,
konuşmadan,
arada birbirimze tebessüm ederek.
sen "güle güle" git metinin zekisi,
gözün arkada kalmasın...
ne de olsa filmin sonunda 
illa ki iyiler kazanır...





15 Şubat 2015 Pazar

özgecan...

otogarları hiç sevmem ben.
ne zaman perondan hareket eden bir otobüs görsem gözümün önüne aynı fotoğraf gelir.
annemin ve babamın sararmış gözleri.
ayrılık vaktinden bir önceki akşam dalıp giden bakışlar.
ağlamamak için sıkılan dişler.
o gözlerin nereye dalıp gittiğini 35 yaşında anladım.
hepi topu 3 kilo gözleri bile açılmamış bi yavrucak.
geceleri olur olmaz uyanıp gidip nefes alıyor mu diye baktığın,
azıcık ateşlense elini ayağını titreten bir kalp ağrısı.
adı ne aşk ne sevgi ne başka bir şey. tanımsız. sınırsız.
her şey değişti hayatımda.
olura olmaza ağlamaya başladım. 5 yıldır iş biter bitmez koşarak eve gider oldum.
doğum gününü kutladık bugün, en sevdiği arkadaşıyla aynı gün.
deniz; özlemle emrenin kızı. 6 yaşında.
onlarca fotoğraf paylaşmış olmalıydık şimdi.
sosyal medyada kutlama mesajları, darısı başınalar, gülücükler.
koyamadık. tek fotoğrafa bile gitmedi elimiz.
özgecanın fotoğrafına baktık,
mutlu olmaya utandık.
zaten hep öyle değil mi hayatımız son zamanlarda.
bir gün madende 301 can, başka bir gün asansörde yiten 11 hayat.
sokak ortasında tekmelerle katledilen 19unda bir oğlan.
15inde yol kenarında vurulan çocuklar.
gazeteyi televizyonu her açtığımızda dövülen öldürülen töreye kurban giden bir kadının haberi.
zor bu ülkede yaşamak, en zoru da kadın olmak.
bayram sofralarına en son erkek de yemeğini yedikten sonra kadınların oturduğu evlerde büyüdüm ben,
erkek çocuğun istediği saatte girdiği, kızların gündüz gözü bile çıkamadığı evler.
erkek geçerken kadınların duvar kenarına çekildiği köylerde,
bir çocuk eteğinde diğeri karnında koca evi döndürmeye çalışan bir anneannem,
suyu akmayan eve tepeye yukarı koca koca bidonlar taşıya taşıya belini dizini kaybeden bir anneyle büyüdüm.
41 yaşındayım bugün. anneannem yok artık. annem yorgun.
haberler hala aynı. boşanmak istediği için sokak ortasında vuruluyor kadınlar.
12sinde 13ünde tarla sahiplerine gelin veriliyor.
kaçıp kurtulmak istese binlerce kilometre ötede bile bulunuyor.
10 yıldır evliyim. adı özge. elanın annesi. benim canım. özge can.
ne zaman geç gelecek olsa hep penceredeyim. aman apartmana girerken bir şey olur diye
çünkü bu toprakların ilk kaybı değil mersinli özgecan.
çünkü mesele aslında o minibüsçünün hayvani sapıklığı değil.
mesele çok derin. mesele çok köklü. ve giderek derinleşiyor.
bir devrim lazım bize.
iktidar değişikliği, falancanın başa gelmesi filan değil.
bir zihniyet, bir vicdan devrimi.
yüzlerce yıllık törelerden korkmayan bir devrim
beşiktaşta kadıköyde izmirde antalyada değil çankırının köylerinde bir devrim,
bayburtun ücra mahallesindeki kız çocuklarına varacak bir devrim.
zorunlu din dersiyle değil, ahlakla empatiyle sevgiyle örülü bir devrim.
illa günahsa mesele ette aranan namusu değil kul hakkını dert edecek bir devrim.
kadınları korumak için değil, onlardan cesaret alan bir devrim.
şimdi hep derinlere bakıyor özgecanı arayan annesinin gözleri.
yüreği, acı çekmeseydi bari kurşunla öldürselerdi diyebilecek kadar şişmiş bir annenin gözleri.
iyi bilirim ben o arayan gözleri; 30 yıldır.
şimdi yazılar yazacağız biz ardarda,
yürüyüşler eylemler, kadın mitinginde erkek sloganları,
televizyonlarda uzman yorumları, siyasi nutuklar.
özgecan son olsun başka özgecanlar olmasın pankartları.
üç gün sonra seçim gündemi, baraj tartışması, sarayda gölge kabine.
o anne uzuun uzun bakacak boşluğa.
oradan bir özgecan gelmeyecek.
bir devrim lazım bize.
o koca boşluğu dolduracak bir devrim.