10 Ocak 2011 Pazartesi

sanchez...

"Oolum açın lan şu kepengi biraz, boğulacaksınız" diye girdi içeri Tayfun.. Sadece yarım saat geç gelmişti ve içerde göz gözü görmüyordu.. İçeri diyorum çünkü, oda mı, bölme mi, zula mı, ne desem bilemedim..

Lahmacun operasyonuna imza atan çocuklar için okulla etüd arası ya da haftasonunun değişmez adresiydi burası.. Samsun fuarını ya da gençlik parkını bilenler hemen çözer yeri.. Giriş kapısından sahile doğru giderken tam tren yolunun kenarını düşünün.. Derme çatma üst geçidin dibinde, solunuzda o zaman Samsun'un en güzel halı sahası duruyor, sağınız gençlik parkının bitimi.. Dışardan bakıldığında bira satan küçük bir yer, ama asıl oda içerde.. Aaa oda dedim, tamam oda olsun adı madem..

Bugün buradan bakınca bir acayip çocuklarmışız sahiden de, güzel çocuklarmışız bildiğin.. Zor yıllardı.. Malum darbeden hemen sonraki sene okula başlayan talihsiz ve kimliksiz neslin, kendine kimlik arayan çocuklarıydık. Dersten sınavdan konuşmazdık pek, politize olmak için erken gibi görünse de yaşlar pek çok şey biliyorduk.. Daha doğrusu içimizde bilenler vardı, onlardan öğreniyorduk..  En acayibi bambaşka siyasi görüşlerimiz olmasına rağmen okuldan kolkola çıkıyor, yatakhaneye omuz omuza giriyorduk.. Bu  ikincisi biraz da ayakta durablimek içindi tabii ama olsun...

Uzatmadan sizi içeri davet edeyim.. Samsun Anadolu Lisesi'nin güzel çocukları okul çıkışında kalabalık bir grup olarak inerdik hastane yokuşundan aşağı.. Sağlı sollu dükkanlara cebimizdeki son parayı harcamamak için pek bakmaz, çiftlik caddesini dikine geçtikten sonra fuar girişine yaklaşınca şarkıya türküye başlardık.. Kimi zaman cemo dökülürdü dilimizden kimi zaman güle baykuş kondurmaz küstürüp soldurmazdık.. Bugün iş çıkışında buluşan, ya da yıldönümü yemeklerinde piste inmek için üçüncü dubleyi bekleyen ağır abiler, çekingen ablalar gibi değildik, sarhoş olmak için az sonra içeceğimiz biraya ihtiyacımız yoktu aslında.. ( İçeceğimiz dediğime bakmayın, ber grubun ayık çavuşuydum)

Bizi hep o sakin tavrıyla karşılardı mekan sahibi abi.. Sessizce iç kısma süzülürdük.. İçerisi yani oda siz deyin 9 ben diyeyim 10 metrekare bir yerdi.. Tek gözdü, camı penceresi yoktu, sadece yan tarafından bir kepenk vardı.. Yük trenleri geçerken içeriye toz duman dolmasın diye pek açtırmazdı abi o kepengi.. İçen arkadaşlara çaktırmayın ama asıl neden sarhoş olup tren geçerken raylara inmelerinden korkmasıydı.. Duvarlara paralel sıralanmış oturaklar vardı, önlerinde de küçük uzunlamasına sehpa.. Üzerinde pek bir şey olmazdı zaten, kül tablası ve bardaklar.. Mezeye para yoktu malumunuz, doritos da henüz çıkmamış.. Daha ilk bardaklar kalkarken Ahmet başlardı "Ben melanet hırkasını kendim giydin eynime" diye.. Ar namus şişesini hep beraber taşa çalardık sonra.. Güle baykuş kondurmayan çocuklar yare birşey söyleyenlere fena  bozulduklarını anlatırlardı ilk bardağın dibine doğru.. Herkesin derdi başkaydı, kimi yüz bulamamış, kimi içine atmış.. Kızların ömrü ikinci bardağa kadar, sonrasında daha güzel bir hayat olamaz mı lan bu ülkede.. Olur be abi o zaman Burak veda busesini söylesin.. Yoook daha zamanı değil,, Adam inat kardeşim, keyfi olsun yüz tane söyler, zamanı değil dedi mi kelleyi al ses alamazsın..

Tam Çeçilin çerefine kaldıracakken "hooooooooopppp, yeeees, diyez Ramireeeezzzz.." İşte geldi, mekanın isim babası, ilk gençliğimizin halk kahramanı.. Kısa boylu, uzun siyah sakallı, saçı üsten dökülmüş yanlardan ve ense üzerinden kıvırcık, gözleri kısık.. Üzerinde genelde pek parlamayan ama dökülmeyen giysiler var.. Böyle Ahmet Kaya Suphi'yi söylesin gözünüzün önüne bir adam gelsin, işte o Sanchez.. Zaten Ramirez'den sonra en güçlü sesiyle öyle bağıırırdı.. Çok konuşmazdı, bira bardaklarını boştan alır doluya çevirirdi, para sormazdı, muhtemelen arada gidip denize tükürürdü, ama biz konuşunca kızmazdı.. Kimse bilmezdi nereli olduğunu, açıkçası ben merak da etmezdim.. O haliyle egsaneydi benim gözümde.. Devrimden bahsederdi, insanlıktan; kısa ve öz konuşurdu.. Sonra yeniden içeri giderdi.. Ne zaman içerde hararetli bir tartışma olsa, çocuklar birbirine efelense, yeees diyeez diye dalardı içeri.. Akil adamdı, sakin adamdı, o kepengi de bir tek o açardı.. Hava alındığına ikna olunca da kapatırdı..

Orası açılmazsa gerçekten birbirimizi göremediğimiz anlar olurdu.. 10 metrekarede 20 kişiden fazla olurduk bazen.. Pal sokağı çocukları gibiydik.. Bana sorsanız çok fazla Boka'mı vardı.. Ahmet, Tayfun, Erkal, Burak sert adamlardı.. En güzel Umut içerdi ama, sonra da türkü söylerdi.. Seyit pek göze batmazdı, Kubilay çabuk koyverirdi kendini.. Nemeçeklerimi vardı alt sınıftan, Amoliler Mustafa'lar.. Benim görevim her türlü şarkıya eşlik etmek, kafalar güzelleşince unutulan satırlarda sesimi yükseltmekti.. Unutmayacak kadar ayık, kaynaşacak kadar güzel olurdum yanlarında.. Ne de olsa muhabbetin içindeki alkol oranı kolonyadan bile fazladır..

Sonra etüd vakti yaklaşır.. Asıl iş o zaman başlar.. Arkadaşların yatakhaneye gitmeye ikna olması gerekir.. Zordur kalkmak oradan.. Size dumanlı hava sahası gibi geldi ama sığınaktır bu küçücük oda o çocuklara.. Dumanların arkasına saklanmaları erken yaşta dünyayı saklanacak kadar tanımalarındandır belki.. Çok küçük omuzlarına binen yükü girişte bırakabilmeleridir belki onları oraya götüren, ve yeniden o yükü almak istememektendir belki kalkmamaları.. Bu yüzden madencinin türküsüyle demir attım yalnızlığa şarkısını aynı hisle söylerler... Güzel günler göreceğine inanan çocukların kardeşleridir onlar.. Kayıp yılların kendini bulmaya çalışan çocukları... Zordur oradan etüde gitmek elbette..

Ama önünde sonunda çıkılır işte yola.. Samsun'un iş çıkışına doğru kalabalıklaşan caddeleri tek tek aşılır.. hastane yokuşunu tırmanırken bir hüzün çöker hepsinin üzerine.. Evine giden yüzlerce kişinin arasından özlemle geçerler biraz.. Ama çabuk atlatırlar yüksek sesli bir türkünün gölgesinde.. Gündüzlü çocuklardan Çuha evinin sokağına giden sapakta o türküyle veda eder hep.. Bugün de ölmedim anne der kalabalığa karışır..

O demir kapı bir şekilde aşılır, o çocuklar etüde yetişir.. Bugün kimi Bursa'da, kimi Adana'dan.. Ankara'nın nabzını tutan da var, İstanbul'da öğretmenlik yapan da.. Hepsi hala yes diyes hepsi biraz Ramirez.. Bu hikaye elbette burada bitmez, çünkü daha son sözü söylemedi Sanchez...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder