2 Ocak 2011 Pazar

Olimposlu Mustafa...

O zamanlar bu kadar popüler değildi daha tanrıların tatil beldesi... Evet turistlerin keşfinden de epey sonraydı ama bu kadar iğne atsan yere düşmez günlerine gelmemiştik en azından.. Öküz bar vardı da Orange henüz diskolanmamıştı.. Dağların arasından tekno değil acayip bir huzur yükselirdi göğe.. Yıldızları saymaya kalksanız işten 46 bin yıl ücretsiz izin almanız gerekirdi.. Koka kola pepsi hayatta içilmez, alkolik hareket engellenemezdi..  Tek eksik yanı vardı bugünden, daha korsan koyunu keşfetmemiştik.. İyi insanlardık lakin.. Böyle bi sürü neşeli eğlenceli gençtik.. Siz uzaktan ulen amma sap var bu grupta demiş olabilirsiniz ama öyle değildik inanın ki.. Okuyor, tartışıyor, sohbet ediyor, insan olmaya çalışıyorduk kısaca.. Sonra yörük oğlu Mustafa'yı tanıdık, bilgi kitapta defterde, tarihi kalıntıda değil, başka bi yerdeymiş öğrendik...

Dediğim gibi o zamanlar, böyle bolca okuyoruz, her okuduğumuz üzerine kafa patlatıyoruz, insan kendine yönelince nasıl da bir aydınlanma farkındalık filan diye konuşuyoruz.. Reiki için paramız yok ama cumartesi geceleri şiirli toplantılar yapıyor, sabaha kadar hikayelerimizi paylaşıyoruz..

İşte böyle bir haleti ruhiyeyle geleneksel olarak Olimposumuza gittik.. Ve ilk öğlen yemeğinde soluğu sahildeki restoranda aldık.. Mustafa vardı orada çünkü, çok temiz yürekli bir çocuktu.. Üniversiteye hazırlanması için kitap götürmüştük iki sene önce, iyi insanlardık ya! o bakımdan.. Yol gösteriyorduk kendisine, okumalısın filan diye..

Neyse uzatmayalım, Mustafa hemen karnımızı doyurdu, biz söylemeden çaylar geldi.. Hesabı öderken, "Hangi pansiyondasınız abi, akşam uğrayayım" dedi Mustafa.. Akşamın kör vakti, hem de 16 saat servisten sonra, sanki gelecekti de.. Üstelik karanlıkta o sahili geçecek, kilometrelerce de içeri yürüyecekti.. "Başçavuşun ordayız, görüsürüz" dedik.. Şehirden alışkındık hepimiz, buralarda mısın abi, akşam kesin uğrarım birader, bu hafta içi görüşelim, hafta sonuna plan yapma beraberiz, bu aralar bi içsek, vesaire.. Öylesine verilmiş boş vaatler.. Öyle yapmadı ama Mustafa; tam sohbetin en tatlı yerinde geldi, sessizce oturdu.. Yarın sizi Ulupınar'a götüreyim abi" dedi.. Ders almadığımız için "hmm olur kardeşim" dedik, gitti...

Ertesi gün, tam da akşam yemeği için sıra beklerken omzumdan dürttü.. Üstelik Kumluca'ya gitmiş, evden arabayı da alıp gelmişti.. Küçük kırmızı sevimli bir Hacı Murat duruyordu pansiyonun önünde.. Bir iki arkadaş yemeğe başlamış bulundu o sırada.. Kızmadı Mstafa, "yarın yine gelirim" abi dedi, iki dakka hal hatır sorup gitti..

Ertesi gün, bizim Aslan'ın akrabaları geldi.. Akşam yemeğe bekleriz dedi eniştesi.. Yok Ulupınar'a balığa gitçez dedik.. Aman! dedi "yav buranın yörüklerinden biri götürüyosa gitmeyin, hesabı şişirttirir, komisyon alır.. İyi yerlerle de anlaşmaları yoktur".. Dedik "ne oluyor, Mustafa da böyle yapar mı ? Şüphelenirdin, şüphelenmezdin, aman olur muydu öyle şey filan derken, akşamı ettik.. B u kez riske atmadı Mustafa yemekten önce geldi, hepimizi kırmızı arabasına doldurdu doğru Ulupınar'a götürdü,..

Seçtiği yer nefisti.. En güzel sedirine çöktük derenin.. Tereyağı, sıcak pide, peynir filan harikaydı.. Tam sacda alabalık gelirken arkadaşın telefonu çaldı.. Dayısı vefat etmişti.. Apar topar hesap istedik.. Kim bilir kaç lira gelecekti ? Garson eğildi, borcunuz yok abi dedi.. Mustafa'ya döndük; "Abi bunca yıldır geliyosunuz bir de biz ımarlayalım istedim" deyince ölüm mü daha acı, yaşadığımız kuşku mu daha utandırıcı bilemedik..

Neyse, apar topar indik pansiyona... Son otobüse Antalya'ya yetişmek için otomobil lazımdı.. Başçavuş ben gidemem deyince Hakan zorda kaldı.. Mustafa, ben bırakırım abi dedi.. Hadi lan senin yaşın kaç, olur mu abi, ben her hafta Antalyaya gidiyorum tartışmaları arasında kendimizi yolda bulduk.. Hakan'ı otogara yetiştirdi Mustafa... Aslan deflarca istersen ben süreyim dedi ama bırakmadı.. Djnüştü aniden sağa çekti, geç abi dedi sadece, kapıyı açtı indi.. Aslan direksiyonu tutunca anladı ki stresten ölmüştü neredeyse çocuk.. Daha 18e yeni girmişti, ehliyet filan da yoktu.. Üstelik Antalyaya otomobille ilk gidişiydi.. Kaynakta durup su içtikten sonra anlattı hepsini..

Ders vermekten yorulmuyordu bize.. Tatil bitip İstanbul'a dönerken Mustafa uğurlamaya geldi yine : Bir ay sonra yanınıza geliyim mi abi diye sordu.. Tabii dedik, artık inanmak zorundaydık...

Tahmin ettiğiniz gibi tam söylediği gün geldi mega kentimizin şahane ortamına.. Ne yapmak istersin dedik.. Beni gezdirin dedi.. Minyatürk boğaz filan derken Orhanla Aslan çocuğu arkeoloji müzesine götürdü abicim.. Adam kalıntılardan ev yapılan yerden geliyor biz ona....

Neyse gez toz akşamı ettik... Mustafa ne yapalım ? diye sordum, "Abi dedi bira içip patates yiyeceğimiz bir yere gidelim..

Osmanın oraya oturduk.. Ve biz okumakla adam olunur sanan topluluk Mustafa'ya bilmiş bilmiş bakarak dedik ki : Eeeee Mustafa anlat bakalım, ne umdun ne buldun İstanbul'da.. Cevabını duvarıma kazımak istedim aslında : "Bir yere giderken bir şey ummamak lazım abi, öylesine işte, boş bir sayfa açtım kafamda, geldim, gördüklerimi yaşadıklarımı yazıyorum.. Ama memnun musun diye sorarsanız, sizin gibi bilgili güzel abilerle İstanbul'u gezmek benim için rüya gibi" dedi.. Sanki biri pause tuşuna bastı.. Herkes öylece kaldı.. Biri Mustafayı bize uyanan ey gafiller diye tokat atması için mi yolluyordu iki de bir ?

Bir hafta kaldı Mustafa.. Kim izinliyse o gün onla takıldı.. Hiç özel isteği olmadı, her günü böyle ders gibiydi.. Ne Natascha Atlas konserine itiraz etti, ne evde oturmaya.. Önemli olan bu kentin havasını hisetmek, dostlarla birlikte olmak dedi durdu.. Daha 18'inde bu bilinç nereden geliyordu ? Sorsak anlatır mıydı ? Utandık sormaya, bir haftanın sonunda tam kadro uğurladık Harem'den.. Elini cama koydu iki damla gözyaşıyla gülümsemesini birbirine kattı, eyvallah kelimesini okudum dudaklarından..

Uzun zaman görüşemedik, o sene Olimpos'a da gitmedik.. Bir gün aradı bu : Abim" dedi, kusura bakma bayram geçti, kandil geçti arayamadım.. Askerdeyim abi kusuruma bakma,, ama yerleştim şimdi usta birliğime, ararım bundan sonra" Yeter ulan yeter...

Bitmedi..

Yine yıllar sonra yanına uğradık, abi kendi restoranımı açacam belki bir miktar para isterim dedi.. Buna da inanamazdım artık.. Aradı kışın destek istedi gerçekten.. Ve bir sonraki yaz sezonunun sonurda iade bile etti.. Dükkanı kara geçmiş çünkü..

Uzun yazdım, küt diye bitireyim.. Öykünün son sözü de bana düşmez çünkü, ana fikrini anlatmak da.. Mustafa orada, Olimpos'a giderseniz tanışın.. Sizin payınıza ne düşüyorsa alın, gelin..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder