26 Haziran 2011 Pazar

kazım...

üç tarafı cam kaplı büyük yemekhanede demir bardaklarda çay içiyorduk haberi duyduğumuzda...
çernobil'de nükleer santral patlamış çok adam ölmüş...
asıl tehlike sonraki yıllarda çıkacakmış ortaya...
ciğerine sızarmış insanın bu meret,
yıllar sonra alır götürürmüş, nedeni bilinmeden, bilinse de dillenmeden...
samsundaydık... bizim de ciğerimize işledi belki, hiç bilmedik...
bakan o çayı içmese bile biz yemekhanede mecbur içecektik,
ama belki bugün arkasından o kadar sövmeyecektik...
severdik karadenizi, haçan karadenizliyi de...
kıyıya paralel dağını, sonu görünmez çayını, karaya çalan yeşilini...
kamil sönmezi bilirdik, süreyya davulcuoğlu'nu...
mustafa topaloğlu çıktı sonra, deli taklidi yapan bi ademoğlu...
yıllaar sonra oy nurcanım diyen bi zıpır...
içinde yaşadık da bilemedik, bunlar değilmiş oysa karadeniz...
büyük istanbullara geldik sonra öğrendik...
fuat saka lazutları yapınca bildik, bi de zuğaşi berepe diye bi takım haylaz çocukları dinledik...
gitarla horon mu tepilirmiş ulan,,, teptik...
karadeniz'de de isyan edilirmiymiş,,,, ettik...
soora bizim kürdoğlan ozanla taksime gittik...
dedi bi karadeniz uşağı var, sen seversin onları, gel tanışak...
bi kafede gördük, uzun burunlu bi oğlancağız işte...
dikkatli baktım, aha bizim haylaz çocuk..
dertleştik öyle, medyadan magazinden teleden voleden...
bileydik daha büyük derlerimiz olacak, o günküleri ekmeğe katık eder yerdik...
bilemedik...
ertesi hafta konseri vardı, gittik...
karadenizliler gecesi, açık hava... fuat saka, övolkan konak ve bizim kazım...
dedim iyi, bizimki hemen çıkar, dinleriz... soora da abilerine horon teperiz...
önce fuat usta geldi, sonra volkan abisi...
sooora yıkıldı açık hava...
ben böyle yürek görmedim, muhtemelen sezen aksu da böyle sevgi...
didoya ağlayanlar tabancanın sapını ayakta donattı gülle, zıplaya hoplaya...
hepi topu bi kaç saat konuşmuştuk ama sanki bizim evden biri şarkı söylüyordu...
aldık bağrımıza bastık...
karadenizde bıraktığımız ne varsa alıp istanbula getiren kardeşimizi abimizi çok sevdik...
sonra bi yumru geldi oturdu boğazımıza...
karadenizin kara kaderi geldi onu da buldu...
kıyıya paralel uzanan dağların yaprakları gibi döküldü saçları...
çay toplayan karadeniz kadınları gibi bandanayla örttü acısını...
biz çok ağladık, o hiç ağlamadı...
güldü hep...
biz çok eğildik...
eğilmedi hiç.. dik durdu hep.. dimdik...
hiç isim vermedin bize dedi ki;
karadeniz nurcanım da değil, domdomzkurşunu da...
denizde kararti var, dedi..
dido, koçari, hayde, dedi sonra gidelim...
gittik sanki onunla...
tartıda zaıfladı ama yürekte büyüdü hep...
kocamandı giderken, kaçkarlar gibi...
uzungöl kadar ferah, hemşin kadar özgün, ayder gibi yüksek, fırtına deresi gibi asi...
konuşamadık ardından, birbirimize bakakaldık..
ne akrabamızdı, ne pop ikonu...
öyle bi adamdı işte... gururlu, baş eğmez, hırçın...
işte gidiyorum, dedi en son...
hiç bir şey almadan gerekten,, kişayet de etmeden, ardına bile bakmadan...
ama çok şey vererek...
karadenizi bize öğreterek, taşını toprağını suyunu sevdirerek...
tek bir şey istedi bizden...
dağıma taşıma, oradaki gardaşıma sahip çıkın dedi...
o bize ömrünü verdi, tek gram laf etmeden...
biz tek isteğini yapamadık...
o gün çay içen bakan ne kadar suçluysa,
santrale dur diyemeyen bizler de o kadar suçluyuz işte kazım, affet bizi...
bilirsin her konuyu önceden yazardım, ama seni geceye bıraktım...
tam da yıldönümün biterken...
utandım çünkü sözümüzü tutamadık demeye...
hepimiz utandık...
biliyorum, ne unutmadık dememin anlamı var artık,
ne unutmayacağız diye haykırmanın...
eğer bir gün sözümüzü tutabilirsek...
karadenizini samastlardan santrallerden temizleyebilirsek...
o zaman çıkarız karşına...
o güne kadar yüzümüz yok...
affet...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder