Gestapo lakaplı Fikret hoca sahaya tepeden bakan kürsüde göründüğünde kimse panik yapmamıştı.. Ne de olsa beden dersindeydik, ayrıca oynama iznimiz vardı.. İspiyonlandığımızı bilseydik bu kadar rahat olamazdık..
Yatakhanen haylaz çocukları, sancheze gitmediği zamanlarda derse girer, en çok bu dersi severdi.. Atatürk'ün sağlam kafa ve sağlam vcut arasında kurduğu bağlantıdan olsa gerek Beden Eğitimi bizim için en vazgeçilmez dersti.. Güvercin taklayla nota tabii tutulmadığımız tüm derslerde maç yapabiliyorduk çünkü.. Okul takımından 4 kişi aynı sınıfta okuduğumuz için işimiz daha da kolaydı.. Her şey sağlam bir kafa ve başırılı okul takımı içindi.. Ama bu maç başkaydı, hem de çok başkaydı..
Biyoloji hocamız Nazmi bey Darwin'den teorilerden bahsederken sınıfta hararetli bir tartışma çıktı.. Kimi yaratılış teorisini savunuyordu, kimi maymun sesi çıkarıyordu.. Ayet okuyanlar, arka sırada elleri ve ayakları üstünde taklit yapanlar gırla giderken tartışma sertleşti.. Hoca orada ön sıradakilere konsantre bir şekilde ders anlatırken arkada hararet yükseldi.. Ateistlerle dindarlar örneklemeleri bıraktı, ağız dalaşına girdi.. Tartışma o kadar ciddiydi ki "tamam ulan maç yapacaz, kazananın teorisi kabul edilecek" cümlesiyle bitti.. İşte Darwin'in de peygamberlerin de kendilerine inanlardan beklediği bu olmalıydı.. Her şey sahada belli olacaktı.. Ben tartışmaların dışındaydım ama futbolun dışında kalamazdım.. İnananlar sessizce yanıma sızdı, abi bak sen nerden baksan muhafazakar bir aileden geliyosun, kaptanımız ol, sen ilerde oyna, biz heimiz kaleyi savunuruz dediler.. Gözlerine baktım, istesem intihar saldırısına bile gönderebilirdim.. Bu inanç bizi galibiyete taşıyabilirdi.. Atesitler konumamızı fark etti.. Okul takımının ben dışındaki diğer 3 elemanı onlardaydı.. Çok güçlüydüler.. Üstelik biri kalecimiz, diğeri kaptanımız, biri de takımın en teknik elemanıydı..
Düşündüm, ben de onlara geçsem çok orantısız güç olurdu.. E zaten inanan da bi adamdım, teklifi kabul ettim.. Allahlılar Allahsızlar maçı için her şey hazırdı.. Uhud, Bedir ve Hendek savaşlarından sonra Çu ve Talas savaşları yapılmıştı malum.. Anadolu'ya din bu vesileyle girmişti.. İşte o andan sonraki en önemli çarpışma vaktiydi.. Maç için beden dersinin olduğu iki saat uygun bulundu.. Okulun sahasında o günlerde ders saatinde top oynamak yasaktı.. Ama üç gün sonra okul takımının maçı vardı, çalışmalıydı.. Hoca bizi kırmadı.. "Bir yanda kardeşim şaibaaaa diğer yanda oğlum velid" diyerek öne çıktım.. Nooluyo lan hayretine, Çağrı filminden alıntı ooolum, dümdüz edecez sizi karşılığını verdim.. İnanmayan oğullarından süfyan ve saz arkadaşları çok formda görünüyordu..
Sınıf takımımızın 7 kişilik kadrosundan altısı karşıda sadece ben bu taraftaydım.. Bizdeyse ayağına çok az top değmişler bile vardı.. Taktiği kısa testim, siz defansa gömülün, topu ileri atın, gerisini bana bırakın.. Maç hızlı başladı.. İnanmayanlar tüm inançlarıyla bastırıyordu.. Sağlı sollu ataklarla kalemizi bunalttılar.. Özellikle sol kanattan geliyorladı, sağımızı çökertip inancımızı da devre dışı bırakarak bizi saf dışı edeceklerdi.. Ama defansımız iyi direniyordu.. Bugün rahatsız olanlar bulunabilir diye isimleri birebir vermeyeyim de ben, arkadaşlardan biri defasnta topu çok güzel kaptı ileri yolladı.. Kaptanla karşı karşıyaydık, arkasında da sinoplu kaleci vardı.. Sağıma çektim, e normal olarak, çalıma girmeden vurdum.. Defans tarafından mevlit akşamlarında trt'den duyduğumuz Allaaah nidası geldi, gol olmuştu.. Birbirimize sarıldık.. İnancın zaferi bu olmalıydı...
Kaptan "oolum sinoplu, Allah aşkına şu gol yenir mi yaaa, diye hayıflandı.. Nası lan ne varmış şu golde, köşeye taktım işte dedim.. Tanju'nun neuchatel'e attığı gibi falsolu yollamıştım.. Sana ne lan önüne bak filan derken, biraz arıza çıktı.. Neyse ki sağ duyulu insanlardık uzatmadık... Çok geçmeden golü yedik.. Sonra onlar öne geçti, biz yetiştik.. Güçler dengesi arasında kocaman fark vardı ama sahada ezilmedik, skor olarak da geri düşmedik.. Galiba onları Daum çalıştırıyordu..
"Evladım ! Durdurun bakayım şu maçı" sesini duyduğumda orta sahayı geçmiş kaleye doğru akıyordum.. Ama bir adım bile atamazdım, o sesti çünkü bu.. Sabah kontrollerinde saçı uzun olanları anahtarlıkla döven, spor ayakkabı giyenler yüzünden gazetelere kadar mevzu olan, lakabını Allahına kadar hak eden adam : Gestapo Fikret...
Net adamdı Fikret hoca. Kıvırmaz, çevirmez, doğrudan söylerdi.. Korkar ama severdik.. Söylediği şeyi yapardı.. Futbol sahası bahçenin alt tarafındaydı.. Arada 3 metrelik bir yükselti farkı vardı.. Hoca o duvarın üzerinde elleri arkadan bağlı ( dikkat, endişe nedeni ) bize bakıyordu.. Önünde toplandık, hocam iznimiz var terimiz soğuyo filan diye üstten üstten konuşurken bıçak gibi kesti : ne maçıymış bu gençler !
A takımı b takımı, eee okul takımına hazırlık, falan filan kıvırdık ama yüzünde net bir ifade vardı, ispiyolanmış olmalıydık.. Pal sokağı çocukları yine zordaydı, içimizden satış yemiştik, en kaldıramadığımız şey buydu.. Ama daha önce yapmamız gereken bir şey vardı, Fikret hocayı ikna etmek, yoksa okuldan atılabilirdik...
5 dakika sonra o masasında oturuyor biz de karşısında el pençe divan duruyorduk.. En baştan sormaya başladı.. Ne maçı olduğunu kimse söylemiyordu.. Söylenecek gibi de değildi.. Sonunda gündüzlü çocuklardan biri dayanamadı, teori maçı hocam dedi, yaratılış teorisiyle darwin teorisini destekleyenler filan diye devam ederken, sözü bu kez sertçe kesildi,, adı ne ooolum bu takımların... Artık kaçacak yer yoktu : İnananlarla inanmayanlar hocam dedi kaptan.. Ayrılın bakayım takımlar olarak sözü üzerine ikiye bölündük.. Bizim takımdan sadece bana baktı, dudağını büktü, kafasını salladı, sen ne arıyosun lan bu tmiye girilmez akımda dedi, kaptanım hocam dedim... İmamı sensen o camide namaz kılınmaz diye kendini mutlu etti, beni ezmeye çalıştı.. Kaale alacak durumum yoktu, kim söyledi hocam deyiverdim birden.. Bu sözü mü dedi, hayır dedim maçı kim ispiyonladı.. İspiyon kelimesini sevmemişti, kaynağını da elbette açıklamadı.. İlerde gazeteci olduğumda kendisini bu yönüyle örnek alacaktım...
Defolun lan sınıfa, ben size gösteririm, tehdidiyle uğurlandık.. Sınıfa girer girmez tarikatçı arkadaşa yöneldi bakışlarımız.. Hepimiz tek kelime etmeden gözlerimizle herşeyi sorduk.. O arkadaaş öğleden sonra derse gelmedi.. Ertesi gün de rapor aldı.. İspiyoncuyu bulmuştuk.. Döndüğü gün, tek dakika gecikmeden cezalandıracaktık.. Yatılı kültürü herşeyi kaldırırdı, ama ispiyonu ve arkadaşının kız arkadaşına asılmayı kaldıramazdı..
Tarikatçı çocuk dönmeden bir gün önce Fikret hoca bizi çağırdı.. Sahadakiler hep birlikte derste alınınca disipline gittiğimizi anladık.. Uzaklaştırma olabilirdi, acaba üstüne dayak da yiyecek miydik ? Fikret hoca bizi karşısına aldı, kısa ve öz konuştu.. İnançlarınız sizi bağlar, ama okulda böyle bir ayrıma gidemezsiniz, müdür duysa sizi öldürür filan diye devam ederken bizim gözlerimiz ışıldıyordu.. Bu üslup ceza almıyorsunuz demekti.. Öğretmen konuşmasını en ince şifrelerine kadar bilirdik.. Sözü uzatmadan tek cümleyle noktaladı : Rapordan dönen arkadaınıza tek kelime eden olursa hepinizi okuldan atarım...
Yıllaaar yıllar sonra o sahadaki çocuklar koca koca adamlar olduğunda buluştuk.. Bi gün mutlaka ekşi sözlüklere bile mevzu olan şu maçı tamamlayalım diye sözleştik.. Sonra en güzeli o haliyle kalması diye düşündük.. Çünkü maçı bitirirsek bir başka yarım kalan işi de tamamına erdirmemiz şart olurdu.. Ama Fikret hocaya söz vermiştik..
Film olur ama bakanlıktan gösterim belgesi alamayabilir.
YanıtlaSilbakanlıkta tanıdık var.. okuldan :)
YanıtlaSil